13 Eylül 2009 Pazar

Stockholm dövme, tattoo fuarı; Beşinci yazı

Değerli İzleyici,

Bugün farklı bir fuar etkinliği ile karşınızdayız.

Stockholm'u yaşayan (1740-1795) lirik ezgici ozanın adı verilmiş olan 'Belman gatan’ı geçtik.

Topraksız köylülerin romanını yazan Ivar Lo-Johansson'un zemin katıyla caddeye bakan ve bugün müze olan evinin önünden geçtik.

Söder/Güney Stockholm'un tarihi iki yüzyılı aşkın evlerini izleyerek Gamlastan'a, şöyle ki eski kentin yukarıdan görüntüsüne bir göz atarak Montelius patikasına çıktık. Bu kent bu noktada İsveçlilere gurur, yabancılara hayranlık duygusu verir.

Kedi/Kat aralığına dalarak yukarı ulaştık. Bastu caddesine vardık. Köşe'den Torkel'e, Mälar sularına bakınca, önümüzdeki München binasında ‘dövme fuarı’ yazısı ilgimizi çekti. Gidelim mi, diye sorduk birbirimize. Haydi gidelim, dedik. İçeri girmemiz fazla zor olmadı.

Çok farklı bir alıcısı/izleyicisi olan, çok değişik bir etkinlikle karşı karşıya geldik. Bir labirente dalar gibi ilk başlarda bir karabüyü düşü bizi kendine çekmiş sanısı özellikle benim üzerimde egemen oldu ve etkisini sürdürdü. Ben aslında bu durumlarda tümden deneyimsiz olan Feryal için, onu buraya getirdiğim için garip bir korkuya kapıldım.

Biraz da ürkü veren bu kalabalığın içinde, sırt sırta vererek, birbirimize güvenlik kalkanı sağladık ve çok ağır hareket etme kararı aldık. Feryal benden daha cesur olduğu için mi deneyimsizliğinden ötürü mü bilemiyorum, zuladan çıkardığı kamerasını dur yapma falan demeya vakit kalmadan, sessiz ve flaşsız işletmeye başladı. Nutkum tutulmuş gibiydi.



Şu olabilirdi ben daha çok anlatı sahnesi düşünmeye başladığımda böyle oluyordu canım bedenimi terk ediyordu.

Sanırım yine böyle yabanıl bir transla dolmuştum ve hem içselvurum hem dışsalvurum ile paralel işleyen zihnimin telleri yoğun iletişim nedeniyle çok ısınmıştı, çıplak kablolar birbirine çarpar gibiydi ve ağır bir koku yayılıyordu kafamın içinde...

Kitle önünde ameliyat masasına yatırılmış insanlarla, bir morg havası da vardı görünürde bir yandan. Bir adam elindeki elektrikli matkapla, bir adamın böğrünü deliyor gibiydi. Organ nakli peşinde koşan zalim operatörler stüdyosuna mı düşmüştük bilmeden! Açıkçası neredeydik?

Yanık kan kokusu alıyordum. Matkabın ucundan sızan kan pamukla kurulanıyordu. Bu ortam nasıl betimlenmeli sorusu, bu durum bir yabancının algı dağarına nasıl ses verebilir, yankı yapabilir, diye kafamı kurcalıyor ve ağır çekim film sahnelerinde olduğu gibi biraz yaylanarak ve adımlarımı yerde tutarak deviniyordum. Birisi, hişt yapıp böğrüme bir parmak bastırsa, havaya fırlayıp hemen gardımı alabilir, bir Lord Siva esiniyle kollarımı sağa solla pervane gibi savurabilirdim bu gerilimle.

Ürkütücü duyumlarla esaslı gerilmiştim ve bu esintili sakin Pazar yürüyüşü ile elde ettiğim sükunet, vücudumda yerini yüksek bir adrenalin üretimine terk etmişti. Chiccen İtza'da (Yucatan) Maya kurban kuyusuna atılmak üzere ölümle burun buruna geldiğim gün ya da Afganistan'da* benden bir hafta önce sekiz gazetecinin kurşuna dizildikleri yerden karanlık gecede farları sönük bir taksi ile gece yarısı tek başıma kaçak geçerken duyumsadığım.. kanımın dolanımı duracak gibi oldu. Elimi uzatıp Feryal'i durduracak son hamleyi yapamadım ve o kamerayı daha sık kullanıyordu şimdi.

O anda doğaçtan derin diyafram solunumu yaptığımı gördüm. Birçoğu ‘Harleyci’ gruplar, birçoğu anarkist gruplar, birçoğu ise vücut yapmış devasa bir insan dalgasının içinde, manyetik bir akıntıya kapılmış ilerlerken (diyafram solunumundan olacak) fiziksel açıdan biraz sakin bir duyuma doğru kaydığımı sezdim.

Feryal, ilk kez böyle bir ortama girmişti belki de bu nedenle bendeki ürkü o derece ona yansımamıştı.Sonunda ben de kameramı aldım.
İlgimi çeken objeleri görünce duramadım. İşte bu, yabancısına tedirginlik veren böyle bir ortama girdik. İşte bu sunum, böyle bir durum sonucu gelişti.
Bu etkinlik de Stockholm’deki sayısız fuarlardan birisi. Hiç usumuza gelmeyen bir anda ve bir yerde bir büyüye kapaklanır gibi bu görüntülerin kuşattığı yeri ağır ağır iki kez dolanadurduk.

Yıllarca önce biraz da rant uğruna İsveç’te çok çok minik bir eğilim yaratmaya çalışan kafadarların ortaya çıkardığı bu dalga, bugün farklı bir kitleyi peşine takmış görünüyor. Sonuç olarak bu bir olgudur. Geçici bir durum mu, yoksa yerleşik midir? Kim bilebilir! Bu toplumsal kitle üzerine ne söyleyebiliriz? Bu eğilim salt moda ya da bir güzellik ve esetik haz duyumu olarak betimlenebilir mi, bilemiyorum.Bu soruları yanıtlamak üzere yeniden biraz daha kapsamlı düşüneceğim.

Yerine göre sarsıntı salan, içte biraz haşin tırmalayan bir güzellik de güzelliktir, kişisine göre, diye düşünmek yadsınamaz sanırım.

Doğal çevreye uyumlu spor dallarını yeğleyerek hemen hemen kitlesel olarak dağcılık ve kış sporu yapan, yaz kış yüzme zevkini sürdüren, uzun yürüyüşlerle kitlesel golf yapan, daha ilkokullarda bir eğitim seferberliği gibi ormanda işaretli yerleri ellerindeki pusula ile bulma yarışları düzenleyen bu toplumda, ‘dövme’ eğilimleriyle insana ürkü veren bir vücut gösteriminin yaygınlık sağlaması kendisine yer etmiş izlenimi veriyor şimdilik.

Sevgi, içtenlik...
Feryal - Tekin SonMez

*Cumhuriyet Gazetesi, ilk sayfa; 5, 12, 17, ve 23 Şubat, 2002.
Tekin SonMez, Reporting Afghanistan, NİS Media Ağustos 2002 İst.