27 Eylül 2009 Pazar

“Rödgrön dag” /Alyeşil gün; Sekizinci yazı

Değerli İzleyici,

Şölenin müzik yanı kimsenin umurunda değil. Kimler var, kimler yok bu şölende! Buranın ünlüleri Bo Kasper’in Orkestrası eşliğinde Sarah Dawn Finer adında şarkıcıdan söz ettim, işte şimdi karşımızda.
Evet ‘Al/yeşil gün’, “Rödgrön dag” bunun ne olduğu ortaya çıktı!

Evet önemli bir haber! SDP Başkanı Bayan Mona Sahlin, Gröna sözcüleri Bayan M. Vetterstrand ile Peter Eriksson ve Venster Partiet Başkanı Lars Ohly konuşacaklar. İzleyiciler arasındaki yaşlı kesim dikkat çekici oranda fazla. Bunlar, bu kuşak bugünkü İsveç’i kuran Sosyal demokratlar ve.. ve son iki seçimi yitirenler de onlar.
Mikrofonu şu anda Blog editörü Feryal Hanım’a veriyorum. O şenliğin anlatısına dönüyor ve Kameraları şölen alanına çeviriyoruz şimdi. T.S.

Değerli İzleyiciler,
Mikrofon bende, eşimle farklı yerlerdeyiz. Ben, tanıtım broşürlerini vermek için açılmış çadır standlarda partilerin genç nesli üyelerinin yanındayım. Eşim yine büyük sahnenin karşısında.

Konseri izleyenler el ve ayaklarıyla tempo tutuyorlar. Sahnenin tam karşı biraz uzağına düşen alanda birçok çadır stand açılmış ve genç partililer üyesi oldukları partilere ait tanıtım broşürlerini, kalem, bloknot, şeker ve benzeri hediyelikleri sunuyorlar, para karşılığı satış da var. Ben de oradan izliyorum. Çevrede her ülkenin ağız tadına göre o ülke insanının mutfağını temsil eden ayrı ayrı yiyecek içecek satışı yapılan çadırlar da kurulmuş.

Onun deyimiyle ‘eskitüfek’ sosyal demokratlara yakın sahnede konuşan parti önderlerinin söylediklerini not ediyor. İşte şimdi üç parti temsilcisi sahneye çıktılar. Tanıtım yapıldı. Her üç parti temsilcisi tek tek soruları yanıtladı. Yine müzik grupları doldurdu sahneyi. Parti önderleri konuşmaya ara verdiler. Bir sahne sanatçısı halkı oyalama gayretiyle çoşkun bir hava yaratmak istiyor.

Parti başkanları tek tek büyük sahneye çağrılıyorlar. Şimdi kameramı oraya yöneltmem gerekiyor. Bu sırada Mona Sahlin tek olarak sahneye çıktı; özgüveni yüksek, ciddi, şık ve çok güzel bir ses tonuyla konuşmaya başladı. İlk başta; “yemek hep kırmızı olmaz biraz da yeşil katmak lazım, böyle daha lezzetli olur,” dedi. Bu espri alkışlandı. Bundan sonra öteki parti sözcü ve başkanları konuşma yaptılar.

İşte eşim uzaktan bana işaret etti. Mikrofonu ona vermeden önce bugün beni çok duygulandıran başka bir konuya değinmek isterim.

İzleyiciler arasındaki yaşlı kesim oldukça fazla. Sosyal demokratlar, işçi sınıfının emekçileri, kaybolmakta olan bir neslin, hem de İsveç’i İsveç yapan bir neslin son fertleri olarak gülümseyen yüz ifadeleriyle, taraftarı oldukları partiye destek sağlamak için rengi belli oylarıyla alanı doldurmuşlar. Biraz da hüzünle devam eden sahneyi izliyorlar.

Değerli İzleyici,

Blog editörümüz Feryal Hanım bugün alyeşil şenliğinin ağırtop izleyicilerini anlattı. Buradaki sükunet ortamı benim gibi onun da dikkatini çekmiş. Ayrıca sahnedeki hareketli fakat taşkın ve kışkırtıcı olmayan konuşmaları, hüzünle izleyen eski tüfek ‘Sosyal Demokrat, işçi sınıfının emekçilerinden’ söz etti, hatta ‘koybolmakta olan bir nesil’ dedi. Bu görüşlere katılırım.

Evet! Her şey çok değişti. Olof Palme’nin ardılı gelenler tutunamadılar. Dünya koşulları da her yerde çok hızlı değişti. İri, pençe gibi güçlü elleriyle bu ülkede kurulan sosyal toplum barışının yeri doldurulamayacak bir kuşağı İsveç’te yok oluyor artık.

Kendisine teşekkür ediyor ve evet izlenceyi kapatıyorum.

Evet! Unutmadan, son dakika notu, SDP Başkanı Bayan Mona Sahlin, Gröna Parti sözcüleri Bayan M. Vetterstrand ile Peter Eriksson ve Venster Partiet Başkanı Lars Ohly’nin yaptıkları konuşmalardan şu sonucu çıkarıyoruz.. Bu üç muhalefet partisinin ortak noktası, çevre ve işsizlik! Bu ortak payda altında bir yıl sonra İsveç’te genel seçim hazırlığı var. Konservatif üç partinin sürdürdükleri hegamonyaya, özellikle Stockholm'de yeşil alanlara kurulan kondular ve gökdelenlerle çavre yıkımına karşı bu kez allı yeşilli üç 'alyeşil' muhalefet partisi var. Bir yıl sonra görelim, bakalım!

Parti liderleri yeşil bir köşede, kırmızı sözlerle medyayı yanıtladılar ve ‘Al yeşil gün’ şenliğine gelenler yavaş yavaş dağılmaya başladı.

Sevgi, içtenlik...
Feryal - Tekin SonMez
İsveç Sosyal Demokrat Parti’nin bayrağı ‘al’dır. Batı Koministleri de ‘al bayrak’ taşır. Bir de Çevre Partisi var, onlar ise yeşil renklidir.

23 Eylül 2009 Çarşamba

Stockholm Çocuklarla Şenliktir;Yedinci yazı

Değerli İzleyici,

Bugün farklı bir etkinlikle karşınızdayız. İsveç topraklarını büyütme savaşları, en önemlisi Rusya’ya ve Polonya’ya karşı açtığı savaşı (1700) kazanacağı sırada tıpkı Napolyon gibi Moskova’nın kış ve kar adlı generali karşısında yenik düşen ve Osmanlı topraklarına sığınarak sürgün yaşayan (1709 -1713) Karl XII (Demirbaş Şarl) anıtının da bulunduğu parktayız. Bir müzik şöleni çağrısı ilgimizi çekti ve geldik.

Kimler var, kimler yok bu şölende bakalım! Ünlüler Bo Kasper’in Orkestrası eşliğinde Sarah Dawn Finer adındaki şarkıcıyı biraz sonra izleyeceğiz. Tümünü sıralamaya vakit yok, şaşırtıcı bir haber!

Son dakika, bu şölenin bir “Rödgrön dag” olduğunu öğreniyoruz. Rödgrön dag, şöyle ki “Alyeşil gün” şöleni! Alyeşil gün ne demek? Bunu bir sonraya bırakıyoruz. Görüleceği gibi alyeşil gün hazırlamış sanki Stockholm çocuklarla şenliktir der gibi buyur etmişler bu şarkılı, şarlatanlı, balonlu, renkli şenliğe.

Evet, evet şarlatan bile var. İnanmayanlar, seyirliklere baksın! Şarkılı, şarlatanlı şenlik iyi de olayın özünde ne var diyeceksiniz? Bunu da bir sonraya bırakıyoruz.

Sunduğumuz seyirlikleri izleyince göreceksiniz, biraz değil çokca karnaval biraz da panayır coşkusu veren bu duygusal havayı fotoğraflarla size iletmeye çalışacağız.

Gördüğünüz gibi, Stockholm Fuarı, Dövme Fuarı derken, bu kez Stockholm’da “Alyeşil gün” şölenindeyiz. Kameralarımız hazır. Hava yağacak gibi görünmüyor. Günlük güneşlik. Hemşerimiz, konuğumuz olan sürgün Kral Demirbaş Şarl’ın heykelinin de bulunduğu parktayız.

Birçok etkinlik düzenlenmiş. Bunlardan ikisi çocukların yüzlerine makyaj yapılması ve küçük atlarla çocuklara tur attırılması. Mikrofonu Blog editörü Feryal Hanım’a veriyorum. O şenliğin anlatısına dönüyor ve kameraları şölen alanına çeviriyoruz şimdi. T.S
Değerli İzleyiciler,
Mikrofon bende, eşimle ayrı noktalarda bekliyoruz. Ben şarlatanın ve çocuklar için hazırlanmış şişme şatonun yanındayım. Şato çocukların atlama oyun parkı. Eşim büyük sahnenin karşısında.

Konser başladı. Bir grup romantik şarkılar seslendiriyor. Ücretsiz bir açık hava konseri bu. Çocuklu ailelerin çokluğu dikket çekiyor. İzleyiciler arasında izdiham yok, slogan atan yok, etrafa rahatsızlık veren kimseler yok. Konser alanında izleyiciler için sıralanan sandalyeler tümüyle dolu.

Her yaştan izleyici bulunuyor alanda. Büyük sahneye bakan noktadaki heykelin etrafı tamamiyle dolu, heykelin her iki yanındaki aslanlar da adeta insanlarla birlikte etrafı kolaçan ediyorlar.

Çocuk oyun alanları içinde bir de şaklabana rastladım, ilginç çizgili bir mahkum kıyafeti giymiş bıyıkları kıvrılarak gözüne doğru yükselen saçları briyantinle iyice sıvanarak tam ortadan ikiye ayrılmış şaklaban, sırayla çocuklarla bilek güreşi yapıyor ve tabii ki acılar içinde ve öfke ile onlara yeniliyor. Şaklabanı yenen çocuklar buna inanmış görünüyor, omuzları kabarıyor.

Şatoyu geçince sevimli küçük midilli atlara rastlıyoruz, çocuklar için burada kısa ücretsiz tur yapıyorlar. Bazı çocuklar küçük atın yelelerini seviyor, bazısı boynuna sarılıyor, anne ve babalar ise fotoğraf makineleriyle bu anı sabitlemeye çabalıyorlar.

İşte eşim uzaktan işaret etti. Mikrofonu ona vermeden önce beni duygulandıran bir konuya değinmek isterim. Çocuklar! Mutlu Çocuklar var burada. Dünyanın başka yerlerindeki mutsuz çocukları gözlerimin önüne getiriyorum ve mikrofonu bırakıyorum.

Değerli İzleyici,
Blog editörümüz Feryal Hanım özellikle çocuklar için hazırlanan katılımcı seğirlikleri anlattı.

Çocukların bu ülkede nasıl ayrıcalıklı olduklarını yanlarındaki erişkin kişilerle olan davranışları izlemiş ve derinden etkilenmiş.

'Çocukların hayır dedikleri şeyler yapılmıyor ve onlar mantık yoluyla eğitiliyor, bir tek çocuğın bile çekiştirilerek, ağlatılarak götürüldüğünü görmedim, diyerek biraz da şaşkınlıkla mikrafonu bıraktı ve şimdi biraz ötede çocukları izliyor.

Hemen her anlamda barış ve hoşgörülü ortam onun da dikkatini çekmiş. Kendisine teşekkür ediyor ve evet izlenceyi kapatıyorum.

Evet, yeniden son dakika, sürprizi çıkmazsa 'Rödgrön dag' şöyle ki; 'Alyeşil gün' şöleni nedir, bunu da bir sonraki sunumda öğreneceğiz!

Sevgi, içtenlik...
Feryal - Tekin SonMez

18 Eylül 2009 Cuma

Stockholms Halvmaraton; Altıncı yazı

Değerli İzleyici,

Bu satırların yazarı, 50’li yıllarda Erzurum Palandöken Spor Klübü, atletizm dalı lisansına sahip oldu. Sanırım 53’te başlayan ve tüm yaşamı dolduran güzel bir serüven! Ne oldu biliyor musunuz?

O kış kar lapa lapa yağdı. Doğu Sineması’nda Burt Lancester’in ‘Olimpiyat Şampiyonu’ filmini izleyen yazarımız, gece geç vakit koşarak Erzincan Kapısı’nda (gecelediği) Yusuf Efendi’nin oteline vardı. Ertesi gün soluğu Palandöken Spor Klübü Başkanı Sayın Çilingiroğlu’nun mağazasında aldı; ‘Ben atlet olmak istiyorum,’ dedi. ‘Çok zayıf görünüyorsun ama, sigara yok, bu iyi! Ben, seni doktora göndereyim,’ bir form doldurdu ve ‘..şu doktara git,’ dedi.

Bakın ne oldu! Evet, böyle oldu! Sağlık kontrolünden sağlam çıktı. Her sabah otelin yanında ezan okunurken o kalkıp koştu.

Koşu ayakkabıları yoktu! 'Mes' denilen nesneler ayaklarında Taşmağazalar, Cumhuriyet Caddesi, Erzincan Kapısı mihverini kar, ayaz, buz, atletizm parkuru yaptı bütün bir kış. Sonra Sarıkamış, ‘Acısu’ ile ‘Soğuksu’arasında o yıllarda uzun menzilli ilk koşu parkurunu bireysel olarak koşan bu satırların yazarı, bu kez, bakın evet, evet, şimdi Stockholm’de 21 km süren ‘Stockholms Halvmaratonu’ izleyicisi oldu. Şaşırdınız mı?

Sizlere şaşırtıcı bir haber daha! Evet, 41 ülkeden 11.136 koşucunun katıldığı ve yarışı tamamlayan herkesin birer madalya alacağı, ‘Stockholms Halvmaraton’ için Slussen’deyiz şimdi. Bazı yollar trafiğe kapalı. Görevliler koşucuların gelmesi için hazır. Yarış Kaliyet Sarayının önünde saat 16,30’da başladı. İlk geçen atlet yarışın birincisi olmayacak çünkü yedi ayrı start var ve binlerce koşucunun süresi tek tek saniyelerle hesaplanacak ve sonuç ortaya çıkacak. Bunu yarın ancak öğrenebiliriz. Biraz da karnaval coşkusu veren bu duygusal havayı iki ayrı kanalda fotoğraflarla size iletmeye çalışacağız.

Gördüğünüz gibi, Stockholm Fuarı, Dövme Fuarı derken, bu kez Stockholm Maratonu’ndayız. Kameralarımız hazır. Bayanlar ve baylar bir arada koşacak. Hava yağacak gibi göründü fakat şu saate kadar yağmadı. Mikrofonu şu anda Blog editörü Feryal Hanım’a veriyor ve yarışın anlatısına dönüyor ve Kameraları yarış alanına çeviriyoruz şimdi. T.S.

Değerli İzleyiciler,
Mikrofon bende, eşimle ayrı noktalarda bekliyoruz. Ben Slussen'de geniş alandayım. Saati gösteren Katerina Hissen’e sırtımı döndüm. Eşim bir üstte Hornsgatan’a açılan kavşakta. Uzun bekleyişten sonra üç motosikletli polis ve arkalarından bir atlet göründü, arkasındaki aracın üzerinde ışıklı yazı; 1.01.11 yani, bir saat bir dakika on bir saniyelik koşma süresini gösteriyor.

Yeni bir grup gelmeye başladı, ben özellikle su içmelerini yakalamaya çalıştım. Kolay değil, Slussen’e köşeyi döner dönmez su masalarını karşılarında buluyorlar, hızlarını kesmeden sağa doğru yanaşıp görevlilere doğru uzanıp bardağı da dökmeden kapıp hem koşup hem de su içip yarışa aynı hızla devam ediyorlar. Kimisi suyu ağzına boca edip yavaş yavaş yutuyor, kimisi birkaç yudum çekip bardağı atıyor, bazısı da suyu sadece serinlemek için başından aşağıya döküveriyor.

Maratoncular farklı, kimisi çok rahat yürür gibi koşarken kimisi kan ter içinde, neredeyse bayılacakmış gibi bir izlenim veriyor. Bazısı iki metre üzerinde boyuyla bir adımda ileri geçiyor, bazısı adımlarını biraz öteye yarım yarım atıyor. İzleyiciler tanıdıkları geçerken yoğun tezahürat yapıyor, koşucu onlara selam veriyor. Bazı seyirciler de aralıksız tüm koşanlara tempo tutuyor.

Çok farklı bir duyguya kapıldım. Tüylerim diken diken oldu, yanımdan rüzgar gibi geçen, kilitlendiği hedefe doğru sonsuz bir itme gücüyle koşan, duygu ve düşüncesini tek bir amaca yöneltmiş genç, yaşlı, orta yaşlı, öğrenci, çalışan, emekli, kadın, erkek onları izlerken kendimi tutamadım, gözümden yaşlar geldi. O kadar insan sonunda belki de hiçbir şey kazanmayacakları bir yarışa hazırlanmışlar!

Hava soğukmuş sıcakmış bir tek düşünce; bir silah sesi ile mermi gibi yola fırlayış, yanlarda koşanlara çarpmadan, denge kaybetmeden, düşmeden, yaralanmadan, nefesini doğru kullanıp bacakları pes ettirmeden koşacaksın. Her zaman ele geçmez bir fırsat, bir sene sonra var mı, yok mu senin için bilinmez. Aslolan şimdi oradasın ve koşuyorsun, antrenmanlara benzemiyor, bu yarış, gerçek yarış, rüzgarla arkadaşsın sadece şimdi, upuzun yolları aşacaksın ve oraya 21 bin m uzaktaki varışa ulaşacaksın. Bence unutulmaz bir manzara!

Sevgiyle ve inançla bütün güçlerini koyarak maratona katılan tüm atletleri yürekten kutluyorum. Eski bir koşucu olarak koşmanın ne olduğunu bilen, koşucunun duygularını tahmin edebilen birisi olarak bir maratonu bu kadar yakından gözlemlemek şansı bulduğum için sevinçliyim. Tüm maratoncular, hepiniz kesinlikle birincisiniz! Umarım bir sene sonraya yine hazır olursunuz aynı coşkuyla, ben de sizi izlerim aynı hoşnutlukla... Yaşam maratonunda da her birinize iyi koşular...

İşte eşim de şimdi çekimi bıraktı ve yanıma geldi. ‘Ne oldu? Neden ağlıyorsun,’ dedi. ‘Hiç dedim. Çok heyecanlandım da! Okulda bir 200 m koşusuna katılmıştım! O gün kalbim duracaktı. Onu hatırladım!’ Güldü! ‘Haydi biraz da biz koşalım,’ dedi.

Değerli İzleyici,
Bizim kuşağın anımsayacağı Eşref Şefik, güreş müsabakalarını radyoda sunarken konu değiştirir sonra geriye döner bıraktığı anlatıyı sürdürdü.

Blog editörümüz Feryal Hanım'ın sunumu bana biraz onu anımsattı, kendisine teşekkür ediyor ve evet izlenceyi kapatıyorum. Evet, 16 derecelik ısıda, farklı yedi ayrı yaş grubunun katıldığı ve bayanların erkeklerle başabaş, dişe diş yarıştığı 21.098 m'lik koşu parkurunu 8.282 kişi tamamladı. Kraliyet Sarayı’nın önünden başlayan yarış yağmursuz havada Kungsträdgården'de sona erdi. 2010'da 10. yıl jübilesi yapılacak bu maratona davetlisiniz!

Sevgi, içtenlik...
Feryal – Tekin SonMez

13 Eylül 2009 Pazar

Stockholm dövme, tattoo fuarı; Beşinci yazı

Değerli İzleyici,

Bugün farklı bir fuar etkinliği ile karşınızdayız.

Stockholm'u yaşayan (1740-1795) lirik ezgici ozanın adı verilmiş olan 'Belman gatan’ı geçtik.

Topraksız köylülerin romanını yazan Ivar Lo-Johansson'un zemin katıyla caddeye bakan ve bugün müze olan evinin önünden geçtik.

Söder/Güney Stockholm'un tarihi iki yüzyılı aşkın evlerini izleyerek Gamlastan'a, şöyle ki eski kentin yukarıdan görüntüsüne bir göz atarak Montelius patikasına çıktık. Bu kent bu noktada İsveçlilere gurur, yabancılara hayranlık duygusu verir.

Kedi/Kat aralığına dalarak yukarı ulaştık. Bastu caddesine vardık. Köşe'den Torkel'e, Mälar sularına bakınca, önümüzdeki München binasında ‘dövme fuarı’ yazısı ilgimizi çekti. Gidelim mi, diye sorduk birbirimize. Haydi gidelim, dedik. İçeri girmemiz fazla zor olmadı.

Çok farklı bir alıcısı/izleyicisi olan, çok değişik bir etkinlikle karşı karşıya geldik. Bir labirente dalar gibi ilk başlarda bir karabüyü düşü bizi kendine çekmiş sanısı özellikle benim üzerimde egemen oldu ve etkisini sürdürdü. Ben aslında bu durumlarda tümden deneyimsiz olan Feryal için, onu buraya getirdiğim için garip bir korkuya kapıldım.

Biraz da ürkü veren bu kalabalığın içinde, sırt sırta vererek, birbirimize güvenlik kalkanı sağladık ve çok ağır hareket etme kararı aldık. Feryal benden daha cesur olduğu için mi deneyimsizliğinden ötürü mü bilemiyorum, zuladan çıkardığı kamerasını dur yapma falan demeya vakit kalmadan, sessiz ve flaşsız işletmeye başladı. Nutkum tutulmuş gibiydi.



Şu olabilirdi ben daha çok anlatı sahnesi düşünmeye başladığımda böyle oluyordu canım bedenimi terk ediyordu.

Sanırım yine böyle yabanıl bir transla dolmuştum ve hem içselvurum hem dışsalvurum ile paralel işleyen zihnimin telleri yoğun iletişim nedeniyle çok ısınmıştı, çıplak kablolar birbirine çarpar gibiydi ve ağır bir koku yayılıyordu kafamın içinde...

Kitle önünde ameliyat masasına yatırılmış insanlarla, bir morg havası da vardı görünürde bir yandan. Bir adam elindeki elektrikli matkapla, bir adamın böğrünü deliyor gibiydi. Organ nakli peşinde koşan zalim operatörler stüdyosuna mı düşmüştük bilmeden! Açıkçası neredeydik?

Yanık kan kokusu alıyordum. Matkabın ucundan sızan kan pamukla kurulanıyordu. Bu ortam nasıl betimlenmeli sorusu, bu durum bir yabancının algı dağarına nasıl ses verebilir, yankı yapabilir, diye kafamı kurcalıyor ve ağır çekim film sahnelerinde olduğu gibi biraz yaylanarak ve adımlarımı yerde tutarak deviniyordum. Birisi, hişt yapıp böğrüme bir parmak bastırsa, havaya fırlayıp hemen gardımı alabilir, bir Lord Siva esiniyle kollarımı sağa solla pervane gibi savurabilirdim bu gerilimle.

Ürkütücü duyumlarla esaslı gerilmiştim ve bu esintili sakin Pazar yürüyüşü ile elde ettiğim sükunet, vücudumda yerini yüksek bir adrenalin üretimine terk etmişti. Chiccen İtza'da (Yucatan) Maya kurban kuyusuna atılmak üzere ölümle burun buruna geldiğim gün ya da Afganistan'da* benden bir hafta önce sekiz gazetecinin kurşuna dizildikleri yerden karanlık gecede farları sönük bir taksi ile gece yarısı tek başıma kaçak geçerken duyumsadığım.. kanımın dolanımı duracak gibi oldu. Elimi uzatıp Feryal'i durduracak son hamleyi yapamadım ve o kamerayı daha sık kullanıyordu şimdi.

O anda doğaçtan derin diyafram solunumu yaptığımı gördüm. Birçoğu ‘Harleyci’ gruplar, birçoğu anarkist gruplar, birçoğu ise vücut yapmış devasa bir insan dalgasının içinde, manyetik bir akıntıya kapılmış ilerlerken (diyafram solunumundan olacak) fiziksel açıdan biraz sakin bir duyuma doğru kaydığımı sezdim.

Feryal, ilk kez böyle bir ortama girmişti belki de bu nedenle bendeki ürkü o derece ona yansımamıştı.Sonunda ben de kameramı aldım.
İlgimi çeken objeleri görünce duramadım. İşte bu, yabancısına tedirginlik veren böyle bir ortama girdik. İşte bu sunum, böyle bir durum sonucu gelişti.
Bu etkinlik de Stockholm’deki sayısız fuarlardan birisi. Hiç usumuza gelmeyen bir anda ve bir yerde bir büyüye kapaklanır gibi bu görüntülerin kuşattığı yeri ağır ağır iki kez dolanadurduk.

Yıllarca önce biraz da rant uğruna İsveç’te çok çok minik bir eğilim yaratmaya çalışan kafadarların ortaya çıkardığı bu dalga, bugün farklı bir kitleyi peşine takmış görünüyor. Sonuç olarak bu bir olgudur. Geçici bir durum mu, yoksa yerleşik midir? Kim bilebilir! Bu toplumsal kitle üzerine ne söyleyebiliriz? Bu eğilim salt moda ya da bir güzellik ve esetik haz duyumu olarak betimlenebilir mi, bilemiyorum.Bu soruları yanıtlamak üzere yeniden biraz daha kapsamlı düşüneceğim.

Yerine göre sarsıntı salan, içte biraz haşin tırmalayan bir güzellik de güzelliktir, kişisine göre, diye düşünmek yadsınamaz sanırım.

Doğal çevreye uyumlu spor dallarını yeğleyerek hemen hemen kitlesel olarak dağcılık ve kış sporu yapan, yaz kış yüzme zevkini sürdüren, uzun yürüyüşlerle kitlesel golf yapan, daha ilkokullarda bir eğitim seferberliği gibi ormanda işaretli yerleri ellerindeki pusula ile bulma yarışları düzenleyen bu toplumda, ‘dövme’ eğilimleriyle insana ürkü veren bir vücut gösteriminin yaygınlık sağlaması kendisine yer etmiş izlenimi veriyor şimdilik.

Sevgi, içtenlik...
Feryal - Tekin SonMez

*Cumhuriyet Gazetesi, ilk sayfa; 5, 12, 17, ve 23 Şubat, 2002.
Tekin SonMez, Reporting Afghanistan, NİS Media Ağustos 2002 İst.

6 Eylül 2009 Pazar

Stockholm fuarında eski modeller; Dördüncü yazı

Değerli İzleyici,

Uzun kış geceleri yaşayan İskandinav ülkelerinde ışık konusu özel bir çalışma ister. Bu konudaki ustalıklarını gösteren uzmanlar, oda içlerinde kullanılan pastel renklerle, ışık taşıyıcı renklerle ortamı daha aydınlık hale getirmeyi başarmışlar.

Kendilerine özgü renk, şekil ve uyum bütünlüğü sunan İskandinav ülkelerinin ürünleri insana ev eşyalarını tümden yenileme duygusu verebiliyor. Ekonomik ayarlama gayreti başlıyor.
Stockholm fuarında en fazla ilgi çeken standlar eski model eşyalardan oluşturulmuş nostalji yansıtanlardı. Mobilyalar eski havası verilmek için boyaları hafifçe kazınarak yıpranmış görüntü sağlanmış. Bu, uzun zamandır moda olan bir uygulama ama anlaşılıyor ki, gittikçe daha yoğun talep görüyor.

Hemen her çeşit eski model dolaplar, ev süsleme objeleri, yine eski model, yorganlar, yastıklar, sehpalar, sandıklar, bunların üzerine örtülmüş iğne işi, beyaz iş ve dantel örtüler, ayrıca merdivenler, maşrapalar, alacalı bakırlar, hepsi bir arada sunulmuştu.

Bu standlarda eski günlere yolculuk yapıp insan eve döndüğünde annesine, ya da teyzesine telefon açıp, 'anneannem bırakmıştı hani kalan o örtüler,o eski resim duvarda asılı kilim çerçevesi oyalı yazma babaannemden, halamdan elyapımı aynalı masa, çamaşır dolabı, oyası tığ işlemeli perdeler falan filan vardı ya onları sakın atmayın ben gelince alacağım,' diye haber salabilir coşkuyla.

Tabii fuardaki en yüksek çekim yiyecek içecek reyonundaydı. Birkaç saat boyunca ayakta durup onlarca standı incelemiş, yorgun, şekeri ve tansiyonu düşmüş pek çok insan çikolatalara doğru dayanılmaz bir yöneliş gösteriyorlardı. Güler yüzlü ve genç, güzel Kuzey Avrupalı hanımlar, çeşit çeşit çikolataları, fondanları, şekerlemeleri cömert bir şekilde ziyaretçilere sunuyorlardı.


Çikolata yemekten ateşi yükselenler ise soluğu bir reyon sonra başlayan içecek de ikram edilen zeytinyağlı ekmek standlarında alıyorlardı. Tabii güzel Colombia kahvesinin ardından tekrar çikolatalara dönmek ise olanaklıydı.

Çilekli, bademli, cevizli, fıstıklı, çikolatalar rekor tadımcı topladılar. Böylece biraz daha enerji biriktiren ziyaretçiler atladıkları bir standa hızlı bir yürüyüşle biraz da ruhsal bir esrime için tekrar bakabildiler belki.


İskandinavya’ya özgü renk, dizayn, stil sergileyen, özellikle soğuk iklim ülkelerinin vazgeçilmezi olan hayvan kürklerinden yapılmış ürünler önemli bir ihtiyacı karşıladığı gibi özellikleriyle de estetik dekorasyonlardaki yerlerini alıyorlardı.

Fuar anılarımızda yer aldı. Objeleri mümkün olduğunca fotoğraflayarak vermeye çalıştık.
Sevgi, içtenlik...

Feryal - Tekin SonMez

2 Eylül 2009 Çarşamba

Fuarda çiçekler ve çocuklar; Üçüncü yazı

Değerli İzleyici,

Bu sunumda çiçekler ve çocuk imgeleri var. İster çiçekler olsun, isterse çocuklara yönelik nesneler olsun ortak payda, güzel duygular veren ve renk cümbüşü ile, o nesnenin bulunduğu ortamla da uyuşması bizim için bir ölçüt gibi algılanabilir.

Bir nesnenin tek başına güzelliğini, dizayn türü sanat yeterli de saymıyor; güzellik renk ve grafikler olarak o çevreye uyum da yapmalı. İskandinavya sanatında renk, özellikle pastel renk duyumları, sert güneşli ülkelere benzemiyor. Işık nereden ve nasıl gelirse, o açıda pastel renklerin birbirleriyle ortak bir paydada sunulması bu coğrafya için bir özelliktir. Fuarda bunları da gölgesiz renkler içinde gördük.

Stockholm Fuarı on binlerce objenin yarıştığı bir platform. Parlak geçmişi olan eski ideler üzerinde yarım kurgulanmış nesne tasarımı yanı sıra yepyeni eğilimleri temsil etme niyetiyle sahne alanlar ve kopye olanlar da çokca var.

Biz, bunların arasındaki sınırları tam bilemeyiz fakat yeni bir ide nesnelleşti ise, o stanta özel korumalar hemen ortaya çıkıyorlar. Bunlar bu fuarda başımızdan geçti ve gazetecilik mesleği bizi bu tür badirelerden korudu bu günler boyunca.

Nesnelerde bir sınıflandırma yapmayı düşünmedik ilkin, fakat bunların çokluğu bizi böyle bir açıya yöneltti, örneğin çiçekler hem bir süsleme, bezeme objesi olarak hem de güzelliğin görkemi olarak sahne aldılar hem tek başlarına hem de öteki nesnelerle ortak gösterime girdiler. Bunlardan birkaç örnek sunuyoruz.

Bu büyük uçsuz fuarda ve hemen her stantta çiçekler birbirleriyle de sayısal olarak yarıştılar ve öteki nesnelerde en önde durdular.
Canlısı, cansızı, büyüğü küçüğü hepsi dekorların en hoş bölümlerinde yer buldu ve yeni bileşkelerle kendilerine yer açtı ve her zaman romantizm simgesi olmayı başaran beyaz, pembe, kırmızı güller özellikle nostalji yansıtan ürünlerin yanında yıldız gibi parladı unutulmayan tüm zamanların gözdesi olarak.

Çocuklar için mi yoksa büyükler için mi üretildiği tam kestirilemeyen bazı oyuncaklar da vardı, örneğin ayıcıklar. Beş santimden başlayıp bir buçuk metreye kadar büyüyen, insanı, evinin bir odasına bir ayıcık mahallesi kurma hevesine sokan.. dantelli şapkalarıyla, elbiseleriyle veya köstekli saat takılmış sıkı giydirilmiş yelekleriyle.. sevimli mi sevimli ayıcıklar ne hoştu.

Bir de bebekler vardı ki normal ölçülere göre biraz gürbüzce yapılmışlardı. Hani dört/beş yaşındaki çocuklar bu afacan yüzlü sevimli bebekleri kucaklarına alırken bir yana devrilebilirler. Biz en çok salıncakta sallananını sevdik.

Çiçeklerin ve oyuncakların da birbirleriyle yarıştıkları böyle büyük bir fuar kaç günde gezilir? Her akşam, gün boyu çekilen fotoğrafların taranması, ayıklanıp izleyiciye sunulacak bir dosya oluşturulması, sonra ertesi gün görülmemiş yerlerin keşfedilmesi ve daha sonra tüm güzelliklerin dar bir alanda mümkün olduğunca kısa ve özlü anlatımla izleyiciye aktarılması çok kolay değil.

Şöyle ki bu zorluklarla birlikte güzellikler de görsel anlatımla ve siz izleyicilerle paylaşıldıkça gerçek anlamnı kazanıyor.

Sevgi, içtenlik...
Feryal - Tekin SonMez