Değerli İzleyici,
Antarktika’dan gelen tuhaf hava dalgaları iki gün önce buraya ulaştı. Stockholm, farklı bir giyim kuşam ile eski yılı geride bırakacak ve yeni yıla bu urbalarla girecek. Bu anlaşıldı. Kar yağışı yok son iki gün.
Fakat Antarktika’dan akan dalgalar havayı tuhaf bir şekilde yüklemiş, şöyle ki hava içinde taşıdığı ıslak molekül parçacıklarıyla ağaçlara ulaştığında orada mikro yıldızcıklar oluşuyor. Pırıl pırıl, kıristalize bir ışıltı yansıtıyor bunlar. Kar mavisi de bu arada farklı mercekler tarafından görülebiliyor ancak. Evet! İşte böyle. Fakat bir şey var!
Çok hızlı bakın; köprü ve köpekler iki görüntü bizi beklemeden öne geçti. Bu görselliklerin ardından koşuyoruz. Hedefimiz Longholm Adası. Bazı gazeteciler sıcak odalarında, bu geri gelmeyecek yılın son saatlerinde, içkilerini yudumlayarak yorgunluk atmak isterken, Feryal Hanım ve ben dışarıya çıkıyor ve eksi 8 – 10 derecede hızlı bir yürüyüşe başlıyoruz. Buyurunuz yer var!
Size de; 'hazır mısınız' diye soruyoruz. Bilmediğiniz bir yerdesiniz! Bu arada ikimiz bir fotoğraf yarışı başlatacağız! Bakın aşağıda kardan adam, yalnız ağaç fotoğrafı da geçti hızla, koşuyoruz fakat gerideyiz.
Fotoğrafın kuralları serbest! Benim elimde Casio - Exilim 10.1 megapixel minik bir makine var. Feryal Hanım ise Xacti 60 Sanyo ile yola çıkıyor. Arada bir değiş tokuş yapıyoruz. Heyecan verici sonuçlar çıkıyor ortaya, şaşıp kalıyoruz!
Hedefimiz Longholm Adası, dedik. Hemen adaya geçişi sağlayan köprünün oraya kadar gidip döneceğiz. Hava sert! Daha fazla ileri gidemeyeceğiz gibi bir olasılık da var. Duruma göre döneceğiz.
2009 yılını miskinlik veren bir ortamda yolcu etmek de var işin içinde fakat böyle canlı bir yıl yarı ayık bir bilinçle yolcu edilemez. Bir de gelen yılı capcanlı karşılamak var. Şuna da hazır mısınız?
Gece tam saat 24’te Vesterbron köprüsünden, karşıdaki maytap ışıltılarını izleyen yüzlerce insanın arasına karışarak, oradan size gazetecilik denilebilir haberler yapacağız. Nasıl!
Şimdi kısa bir yürüyüş denemesi bu. Yola işte bu tür düşüncelerle çıktık. Köprüye hızlı girdik. Ben çekim yaptığımda sol elimdeki eldiveni çıkarıyorum. İlk çekim Longholms Bron. İkinci çekim Vesterbron, ‘Batı Köprüsü’ bu her iki çekimi de çerçeveleme ve objeler arası uyum açısından Köğekli fotoğrafla Feryal Hanım kazandı.
Adanın öte yakasına geçtik, yürüyüş iyi gidiyor, geriye dönme tasarımı sona erdi. Fotoğraflar önde koşarken bu kez biz öne geçtik! Al renkli bir obje gördük uzakta. O yöne koştuk. Aramızda hızlı bir çekim yarışı ve obje, yer bağı saptaması var bu yarışta. Bu görsellik bana artı verdi. Kırmızı giyimli çocuk nerede? Yanda bu fotoğraf yanıtını veriyor. Fakat derinlik açısından Feryal Hanım'n çekimi de iyi.
Ardısıra sonu görünmeyen bir yol, bir ev ağaçlar arasında ve gizlenmiş bir ev. Çekimler sürdü. Bir ara sağ elimin beni işitmediğini anladım. Çekimi bıraktım.
Elimdeki bu makine ile yarışın bittiği anlaşıldı. Bir süre tek başına koştu Feryal Hanım. Ben elimin beni duyumsaması işini öne aldım elimi ağzıma götürüp hohlamaya ve öteki elimle oğuşturmaya başladım ve Ada’nın çıkışına döndüm.
Burada ışık sorunu ve sorusu ortaya çıktı. Kar mavisi diye bir de görsel yükleme başladı her iki makinede. İnsan gözü tarafından görülmeyen bir durum bu kar mavisi. Makineler bu maviyi, ışığın objeye vuruşu ile oranlıyor. Her makine farklı. Maviden uçuk mora geçiş yaparken derinlik boyutu yer yer silikleşebiliyor. Bu arada apansızın sönen yıldızlar gibi kar mavisi akşama döndü.
Ada’yı geride bırakacak köprüye yaklaşırken beni görüntüye alan Feryal Hanım bir başarıya daha imza attı. Neredeyiz? Bunun için bir simge var aşağı karede. Bunu fotoğraf belgeliyor.
Başka ilginç bir giz daha vereyim! ‘Çıplak Viking’ adlı romanımı bu adada yazdım. Evet! Zaman zaman manuel makinemi yanıma aldım ve kırlara çıktım.
Yazdı! Böyle bir kış değildi o günler. Bu anılar çığ gibi gelip geçtiler ve bu romanı yazdığım yirmi yıl öncesine bir an uçarak kaydım. O ara fotoğraf çekme işini bırakmış olduğumu sonra algıladım. Elimin canlanıp işe yaraması ise şöyle üç saat aldı.
2010 yılı da maytap şenliği ile ufukta hazırlandı. Uzakta sesler var. Çat! Çat kapıyı çaldı çalacak! Bakın, böyle kar gibi apaydınlık olmalı, hepimize sağlık, esenlik getiren bir yıl olmalı bu yıl.
Sağlık ve esenlik her işin başı...
Sevgi, içtenlik...
Feryal - Tekin SonMez
Stockholm, 31 Aralık 2009
31 Aralık 2009 Perşembe
24 Aralık 2009 Perşembe
Stockholm'de beyaz melankoli; Onuncu yazı
Değerli İzleyici,
Stockholm’de her yeri kar bastı! Türkçede bir ‘al bastı’ deyimi vardır. Şimdi bir ‘kar bastı’ anlatısı ile karşınızdayım. Her şey çok iyi günlük güneşlik giderken apansızın lapa lapa kar yağışı başladı. Hatta güneşli gün Stockholm diye bir tanımla yaklaştım o gün konuya.
Köpek Fuarı’na koştuğumuz gündü. Akşam on sekiz sularında fuardan ayrıldığımızda, kapı önünde saçaklama karla karşılaştık. Geçer dedik. Geçmedi! Kar indi ve kış çöktü! Şöyle oldu yine de; yaşam sürdü ve sürüyor. Metrolar çalışıyor, evde sıcak ve soğuk sular akıyor. Elektrik kesintisi yok.
Mağazalar açık. Tam duyarlı bir etkinlikle, Stockholm Noel sükuneti yaşamakta. Kar yoksa, Noel’de tad yoktur! Böyle karsız Noel, yarım hatta zevksizdir buralardaki insanlar için. Şimdi caddeler çam ile evlerini süslemelerde gecikmiş olanlarla dolu. Haldır haldır süren devinimler, iki odak konuda yoğunlaşmaktadır.
BİR; çam satıcılarının önünde,eve 'julgran' götürmek için sırasında eksi 6-7 derecede sırasını bekleyen insanlar görürsünüz. Bu çam satıcıları sizi şaşırtmasın! Orman kıyımı değildir buralarda bu durum.
Sayısı çok az olan köylülerin, topraklarında her Noel için üretmeyi sürdürdükleri bir iş koludur buralarda. Burada ormanlar kişi mülkiyetidir. O az sayıda köylüler zamanı gelince kendi ormanlarında yetiştirdikleri,'Julgrana' dedikleri tek boy çamları satışa çıkarırlar.
Bizde pazara sebzesini götürüp satan köylüler gibi çıkarlar caddelerin işlek yerlerine ve iki hafta süreyle tek boy çamları satışa çıkarırlar.
Bir benzetme de yapabilirim. Bizde kurbanlık koçlar, koyunlar nasıl kentin belli yerlerinde alıcı beklerse, işte onlar da bu tür bir kurbanlık koyun gibi getirirler çamları. Çevreciler ses etmez bunlara. Çünkü bu bir iş koludur.
Bostanında ürettiği bamyayı ya da kabağı kent kasaba pazarına götüren aile ile, burada çamlarını pazara götüren aileler arasında bir fark yoktur. Evet hem de aile bireylerini kadın, kız, baba çam satarken, paket yaparken görürsünüz.
Bununla birlikte, plastik ağaçlar da vardır o konuda gerçek ağaç istemeyenler için.
BİR; çam satıcılarının önü.. dedim. İKİ; Noel bir aile, şöyle ki çok yakın aile bireylerinin Noel gününde akşam yemeği için bir araya geldikleri bir törendir. Özel yemek yenir. Aile dışı insanlar buluşmalara çağrılmaz.
ÜÇ; bu arada içki alım satımı hızlanır. Burada ‘tekel’ olan bir sistem var. İçki buralarda satılır, belli bir yaşın üstünde olanlar girebilir buralara. Bu anlamda içki tüketimi birkaç katına çıkar Noel’de.
Bir de Noel akşamı toplanan ailenin, çam ağacı karşısında armağan paketlerinin açılması bir tören olur. Özellikle çocuklu ailelerde coşku yükselir. Yalnızlık da var! Tek başına olanlar daha da hüzünlenir.
DÖRT; Yaşlıların ‘huzur evleri’ Noel öncesi boşalır, yaşayan aile bireyleri varsa bir iki gün için götürürler ve bir arada Noel'i yaşarlar.
Bu arada ailesi olmayan insanlar sokaklarda daha da donuk bakışlarla yanınızdan geçip giderler. Hızlı, kartal gözü gibi keskin gözlerinizin sezgi duyumu varsa, o beyaz tenli insanların yüzlerinde daha derinleşen hüzünlü çizgileri görürsünüz, koyu mavi gözlerini uzaklarda bırakıp sizinle göz göze gelmek istemeyenler çoğunluktadır. Örnekse, bugün her yer kapalıdır ve işte yalnız yaşayanların gidecekleri şöyle açık bir pastahane bile yoktur.
Özellikle Noel’de yalnızlık iki kat zordur. Yaşam dinamikleri felç edilmiş gibi, kar altında bırakılmış bisiklet çağrışımı verir Noel'de yalnızlık. Bu durumunda olanların melankolisini anlamak da zordur. Acısını, göz yaşını içine akıtmayı çok önceleri öğrenmiş bir toplumla karşı karşıya olduğunuzu İsveç’te unutmayın. Bir şey daha, Feryal Hanım'ın 'Orman Yüksek Okulu' çğrencilerinin Noel ağacı 'Julgrana' satışlarının başarılı video sunumu işte tam aşağıda; tıklamayı unutmayın!
Sevgi, içtenlik...
Tekin SonMez
Stockholm, 23 Aralık 2009
Stockholm’de her yeri kar bastı! Türkçede bir ‘al bastı’ deyimi vardır. Şimdi bir ‘kar bastı’ anlatısı ile karşınızdayım. Her şey çok iyi günlük güneşlik giderken apansızın lapa lapa kar yağışı başladı. Hatta güneşli gün Stockholm diye bir tanımla yaklaştım o gün konuya.
Köpek Fuarı’na koştuğumuz gündü. Akşam on sekiz sularında fuardan ayrıldığımızda, kapı önünde saçaklama karla karşılaştık. Geçer dedik. Geçmedi! Kar indi ve kış çöktü! Şöyle oldu yine de; yaşam sürdü ve sürüyor. Metrolar çalışıyor, evde sıcak ve soğuk sular akıyor. Elektrik kesintisi yok.
Mağazalar açık. Tam duyarlı bir etkinlikle, Stockholm Noel sükuneti yaşamakta. Kar yoksa, Noel’de tad yoktur! Böyle karsız Noel, yarım hatta zevksizdir buralardaki insanlar için. Şimdi caddeler çam ile evlerini süslemelerde gecikmiş olanlarla dolu. Haldır haldır süren devinimler, iki odak konuda yoğunlaşmaktadır.
BİR; çam satıcılarının önünde,eve 'julgran' götürmek için sırasında eksi 6-7 derecede sırasını bekleyen insanlar görürsünüz. Bu çam satıcıları sizi şaşırtmasın! Orman kıyımı değildir buralarda bu durum.
Sayısı çok az olan köylülerin, topraklarında her Noel için üretmeyi sürdürdükleri bir iş koludur buralarda. Burada ormanlar kişi mülkiyetidir. O az sayıda köylüler zamanı gelince kendi ormanlarında yetiştirdikleri,'Julgrana' dedikleri tek boy çamları satışa çıkarırlar.
Bizde pazara sebzesini götürüp satan köylüler gibi çıkarlar caddelerin işlek yerlerine ve iki hafta süreyle tek boy çamları satışa çıkarırlar.
Bir benzetme de yapabilirim. Bizde kurbanlık koçlar, koyunlar nasıl kentin belli yerlerinde alıcı beklerse, işte onlar da bu tür bir kurbanlık koyun gibi getirirler çamları. Çevreciler ses etmez bunlara. Çünkü bu bir iş koludur.
Bostanında ürettiği bamyayı ya da kabağı kent kasaba pazarına götüren aile ile, burada çamlarını pazara götüren aileler arasında bir fark yoktur. Evet hem de aile bireylerini kadın, kız, baba çam satarken, paket yaparken görürsünüz.
Bununla birlikte, plastik ağaçlar da vardır o konuda gerçek ağaç istemeyenler için.
BİR; çam satıcılarının önü.. dedim. İKİ; Noel bir aile, şöyle ki çok yakın aile bireylerinin Noel gününde akşam yemeği için bir araya geldikleri bir törendir. Özel yemek yenir. Aile dışı insanlar buluşmalara çağrılmaz.
ÜÇ; bu arada içki alım satımı hızlanır. Burada ‘tekel’ olan bir sistem var. İçki buralarda satılır, belli bir yaşın üstünde olanlar girebilir buralara. Bu anlamda içki tüketimi birkaç katına çıkar Noel’de.
Bir de Noel akşamı toplanan ailenin, çam ağacı karşısında armağan paketlerinin açılması bir tören olur. Özellikle çocuklu ailelerde coşku yükselir. Yalnızlık da var! Tek başına olanlar daha da hüzünlenir.
DÖRT; Yaşlıların ‘huzur evleri’ Noel öncesi boşalır, yaşayan aile bireyleri varsa bir iki gün için götürürler ve bir arada Noel'i yaşarlar.
Bu arada ailesi olmayan insanlar sokaklarda daha da donuk bakışlarla yanınızdan geçip giderler. Hızlı, kartal gözü gibi keskin gözlerinizin sezgi duyumu varsa, o beyaz tenli insanların yüzlerinde daha derinleşen hüzünlü çizgileri görürsünüz, koyu mavi gözlerini uzaklarda bırakıp sizinle göz göze gelmek istemeyenler çoğunluktadır. Örnekse, bugün her yer kapalıdır ve işte yalnız yaşayanların gidecekleri şöyle açık bir pastahane bile yoktur.
Özellikle Noel’de yalnızlık iki kat zordur. Yaşam dinamikleri felç edilmiş gibi, kar altında bırakılmış bisiklet çağrışımı verir Noel'de yalnızlık. Bu durumunda olanların melankolisini anlamak da zordur. Acısını, göz yaşını içine akıtmayı çok önceleri öğrenmiş bir toplumla karşı karşıya olduğunuzu İsveç’te unutmayın. Bir şey daha, Feryal Hanım'ın 'Orman Yüksek Okulu' çğrencilerinin Noel ağacı 'Julgrana' satışlarının başarılı video sunumu işte tam aşağıda; tıklamayı unutmayın!
Sevgi, içtenlik...
Tekin SonMez
Stockholm, 23 Aralık 2009
12 Aralık 2009 Cumartesi
Scandinaviens Hundmässa ve Stockholm; Dokuzuncu yazı
Değerli İzleyici,
Sırada bekleyen renkli haberler yoğunlaşırken araya ansızın bir vuruş; ‘Svenska Kennelklubben’ etkinliği girdi.
Mälar Kanalı’nda kuğularımızı bir an bulduk uzun zaman sonra, onlara biraz ekmek verdik.
Beklenilmedik bu güneşli günde Stockholm kanallarındaki gezimizi kannel fuarı görevi ortaya çıkınca yarım bırakıp fuara koştuk. Size sıcağı sıcağına haberler sunacağız. Fotoğraflarla izleyeceğiniz bu sempatik etkinlik diğer projeleri öteleyerek, nasıl böyle hızla öne geçti, diye bir soru yöneltebilirsiniz.
Haklısınız! Biz de farkına varamadık nasıl oldu? Fakat olan oldu ve bugün İskandinavya’nın en büyük ‘hundmässa’ köpek festivalinde son dakika görev aldık ve koştuk ve izledik. Yarın daha ayrıntılı haber verebiliriz. Bununla birlikte bugün tanık olduğumuz yarışmalar çok şaşırtıcı oldu. Tahmin etmediğimiz yarışçılar kazandılar.
İşin ilginç tarafı şudur. ‘İskandinavya’nın en büyük köpek festivali’ tanımı eksik kalır. Özellikle G. Afrika, Fransa, Avustralya ve ABD gibi ülkelerden gelen cinslerle, Kuzey’den gelen ırkların yarışması şok etkisi yarattı üzerimizde. Bu konuya daha sonra dönebilirim. İlginç bir konu var sırada; kahraman, hero olan üç köpeğe madalya verildi. Bu konuda mikrofonu blog editörü Feryal Hanım’a bırakıyorum.
Değerli İzleyiciler, ilk izlenimlerim madalya/ödül töreni üzerine. Sahnede bir gümrük polisi ve onunla siyah bir köpek göründü. Sunum yapıldı, bu akıllı köpeğe ve sürücüsüne ödülleri verildi. Adı ‘Abbe’ olan bu akıllı köpek gümrükte uyuşturucu paketlerini buluyor ve uyuşturucu taşıyıcılarının yakalanmasını sağlıyor.
Bilgiler şöyle; beş yaşındaki bu Labrador yılın ‘narkotikasökhund 2009’ ödülünü aldı. Üç yıldan beri; ‘suça karşı mücadele gurubunda’, gümrük görevlisi bayan Susanna Persson ile uyuşturucu kaçakçılarına karşı Stockholm’de çalışıyor, daha özü aman vermiyor. İnanın gözlerim doldu, insanlığa bu tür hizmet veren, kurtarıcı köpekleri görünce.
Adı 'Orax' olan diğeri ise polis küpeği, bu örgütte Kalmar İli'nde, polis Magnus Lundhal ile birlikte çalışıyor. Orax iz sürüyor ve ormanda kaybolanları buluyor. Bu yıl bilinmeyen bir doğada kaybolan bir kadını buldu. Orax bu ödülü Akita adlı bir köpekle paylaştı.
Akita ödül töreninde yoktu çünkü Akita başka bir yerde bir soyguncuyu yakalama sırasında öldü. İşte kahraman üç köpek. Bir dördüncüsünü yarına bırakıyorum. Sözü Tekin Bey’e vermeden önce evet, diyorum; yiğit köpeklere candan tebrikler, coşkulu alkışlar, alkışlar. Ve hem de birer büyük kemik, uzaktan göründüğü kadarıyla çok iştah açıcı onlar için; bıraktılar alkışlara bakmayı falan, oturdular kemiği bir patileriyle sıkıca tutup güzelce kemirmeye başladılar bile. Hem size hem de sizleri yetiştiren kişilere kucak dolusu teşekkürler, siz de insanlar kadar gurur duymayı hak ediyorsunuz. Bir şey sorabilir miyim?
Siz danseden köpek gördünüz mü? İşte en altta, tıklayın. Bu videoyu size sunarken konuyu erteliyor ve sözü Tekin Bey'e bırakıyorum.
Değerli İzleyici,
Feryal Hanım’ın verdiği bilgilere birkaç ek; ‘Abbe’ ile gümrük görevlisi Susanna Persson on beş bin kronluk ödülü aldılar. Aynı oranda ikinci ödül yine on beş bin kronluk, bu kez Orax ve görev sırasında ölen Akita adlı iki kahraman köpek arasında paylaştırıldı.
Bugünkü izlenimlerimi ben üç ana grupta toplayabilirm. Bir, hero köpekler, iki danseden köpekler, üç Jack London’un köpeklerinin yitirdiği yarışlar! İyi mi?
Bir ek; Abbe adlı gümrük köpeği bir yıl içinde 99 uyuşturucu kaçakçılığını ortaya çıkarmış ve bunların ederi ise elli dört milyon kron değerindeymiş. Şaştınız mı?
Eve dönüşte dışarı koştuk ki, güneşli gün Stockholm’e bu kez kar yağıyordu.
Sevgi, içtenlik...
Tekin SonMez
Stockholm, 12 Aralık 2009
Sırada bekleyen renkli haberler yoğunlaşırken araya ansızın bir vuruş; ‘Svenska Kennelklubben’ etkinliği girdi.
Mälar Kanalı’nda kuğularımızı bir an bulduk uzun zaman sonra, onlara biraz ekmek verdik.
Beklenilmedik bu güneşli günde Stockholm kanallarındaki gezimizi kannel fuarı görevi ortaya çıkınca yarım bırakıp fuara koştuk. Size sıcağı sıcağına haberler sunacağız. Fotoğraflarla izleyeceğiniz bu sempatik etkinlik diğer projeleri öteleyerek, nasıl böyle hızla öne geçti, diye bir soru yöneltebilirsiniz.
Haklısınız! Biz de farkına varamadık nasıl oldu? Fakat olan oldu ve bugün İskandinavya’nın en büyük ‘hundmässa’ köpek festivalinde son dakika görev aldık ve koştuk ve izledik. Yarın daha ayrıntılı haber verebiliriz. Bununla birlikte bugün tanık olduğumuz yarışmalar çok şaşırtıcı oldu. Tahmin etmediğimiz yarışçılar kazandılar.
İşin ilginç tarafı şudur. ‘İskandinavya’nın en büyük köpek festivali’ tanımı eksik kalır. Özellikle G. Afrika, Fransa, Avustralya ve ABD gibi ülkelerden gelen cinslerle, Kuzey’den gelen ırkların yarışması şok etkisi yarattı üzerimizde. Bu konuya daha sonra dönebilirim. İlginç bir konu var sırada; kahraman, hero olan üç köpeğe madalya verildi. Bu konuda mikrofonu blog editörü Feryal Hanım’a bırakıyorum.
Değerli İzleyiciler, ilk izlenimlerim madalya/ödül töreni üzerine. Sahnede bir gümrük polisi ve onunla siyah bir köpek göründü. Sunum yapıldı, bu akıllı köpeğe ve sürücüsüne ödülleri verildi. Adı ‘Abbe’ olan bu akıllı köpek gümrükte uyuşturucu paketlerini buluyor ve uyuşturucu taşıyıcılarının yakalanmasını sağlıyor.
Bilgiler şöyle; beş yaşındaki bu Labrador yılın ‘narkotikasökhund 2009’ ödülünü aldı. Üç yıldan beri; ‘suça karşı mücadele gurubunda’, gümrük görevlisi bayan Susanna Persson ile uyuşturucu kaçakçılarına karşı Stockholm’de çalışıyor, daha özü aman vermiyor. İnanın gözlerim doldu, insanlığa bu tür hizmet veren, kurtarıcı köpekleri görünce.
Adı 'Orax' olan diğeri ise polis küpeği, bu örgütte Kalmar İli'nde, polis Magnus Lundhal ile birlikte çalışıyor. Orax iz sürüyor ve ormanda kaybolanları buluyor. Bu yıl bilinmeyen bir doğada kaybolan bir kadını buldu. Orax bu ödülü Akita adlı bir köpekle paylaştı.
Akita ödül töreninde yoktu çünkü Akita başka bir yerde bir soyguncuyu yakalama sırasında öldü. İşte kahraman üç köpek. Bir dördüncüsünü yarına bırakıyorum. Sözü Tekin Bey’e vermeden önce evet, diyorum; yiğit köpeklere candan tebrikler, coşkulu alkışlar, alkışlar. Ve hem de birer büyük kemik, uzaktan göründüğü kadarıyla çok iştah açıcı onlar için; bıraktılar alkışlara bakmayı falan, oturdular kemiği bir patileriyle sıkıca tutup güzelce kemirmeye başladılar bile. Hem size hem de sizleri yetiştiren kişilere kucak dolusu teşekkürler, siz de insanlar kadar gurur duymayı hak ediyorsunuz. Bir şey sorabilir miyim?
Siz danseden köpek gördünüz mü? İşte en altta, tıklayın. Bu videoyu size sunarken konuyu erteliyor ve sözü Tekin Bey'e bırakıyorum.
Değerli İzleyici,
Feryal Hanım’ın verdiği bilgilere birkaç ek; ‘Abbe’ ile gümrük görevlisi Susanna Persson on beş bin kronluk ödülü aldılar. Aynı oranda ikinci ödül yine on beş bin kronluk, bu kez Orax ve görev sırasında ölen Akita adlı iki kahraman köpek arasında paylaştırıldı.
Bugünkü izlenimlerimi ben üç ana grupta toplayabilirm. Bir, hero köpekler, iki danseden köpekler, üç Jack London’un köpeklerinin yitirdiği yarışlar! İyi mi?
Bir ek; Abbe adlı gümrük köpeği bir yıl içinde 99 uyuşturucu kaçakçılığını ortaya çıkarmış ve bunların ederi ise elli dört milyon kron değerindeymiş. Şaştınız mı?
Eve dönüşte dışarı koştuk ki, güneşli gün Stockholm’e bu kez kar yağıyordu.
Sevgi, içtenlik...
Tekin SonMez
Stockholm, 12 Aralık 2009
27 Eylül 2009 Pazar
“Rödgrön dag” /Alyeşil gün; Sekizinci yazı
Değerli İzleyici,
Şölenin müzik yanı kimsenin umurunda değil. Kimler var, kimler yok bu şölende! Buranın ünlüleri Bo Kasper’in Orkestrası eşliğinde Sarah Dawn Finer adında şarkıcıdan söz ettim, işte şimdi karşımızda.
Evet ‘Al/yeşil gün’, “Rödgrön dag” bunun ne olduğu ortaya çıktı!
Evet önemli bir haber! SDP Başkanı Bayan Mona Sahlin, Gröna sözcüleri Bayan M. Vetterstrand ile Peter Eriksson ve Venster Partiet Başkanı Lars Ohly konuşacaklar. İzleyiciler arasındaki yaşlı kesim dikkat çekici oranda fazla. Bunlar, bu kuşak bugünkü İsveç’i kuran Sosyal demokratlar ve.. ve son iki seçimi yitirenler de onlar.
Mikrofonu şu anda Blog editörü Feryal Hanım’a veriyorum. O şenliğin anlatısına dönüyor ve Kameraları şölen alanına çeviriyoruz şimdi. T.S.
Değerli İzleyiciler,
Mikrofon bende, eşimle farklı yerlerdeyiz. Ben, tanıtım broşürlerini vermek için açılmış çadır standlarda partilerin genç nesli üyelerinin yanındayım. Eşim yine büyük sahnenin karşısında.
Konseri izleyenler el ve ayaklarıyla tempo tutuyorlar. Sahnenin tam karşı biraz uzağına düşen alanda birçok çadır stand açılmış ve genç partililer üyesi oldukları partilere ait tanıtım broşürlerini, kalem, bloknot, şeker ve benzeri hediyelikleri sunuyorlar, para karşılığı satış da var. Ben de oradan izliyorum. Çevrede her ülkenin ağız tadına göre o ülke insanının mutfağını temsil eden ayrı ayrı yiyecek içecek satışı yapılan çadırlar da kurulmuş.
Onun deyimiyle ‘eskitüfek’ sosyal demokratlara yakın sahnede konuşan parti önderlerinin söylediklerini not ediyor. İşte şimdi üç parti temsilcisi sahneye çıktılar. Tanıtım yapıldı. Her üç parti temsilcisi tek tek soruları yanıtladı. Yine müzik grupları doldurdu sahneyi. Parti önderleri konuşmaya ara verdiler. Bir sahne sanatçısı halkı oyalama gayretiyle çoşkun bir hava yaratmak istiyor.
Parti başkanları tek tek büyük sahneye çağrılıyorlar. Şimdi kameramı oraya yöneltmem gerekiyor. Bu sırada Mona Sahlin tek olarak sahneye çıktı; özgüveni yüksek, ciddi, şık ve çok güzel bir ses tonuyla konuşmaya başladı. İlk başta; “yemek hep kırmızı olmaz biraz da yeşil katmak lazım, böyle daha lezzetli olur,” dedi. Bu espri alkışlandı. Bundan sonra öteki parti sözcü ve başkanları konuşma yaptılar.
İşte eşim uzaktan bana işaret etti. Mikrofonu ona vermeden önce bugün beni çok duygulandıran başka bir konuya değinmek isterim.
İzleyiciler arasındaki yaşlı kesim oldukça fazla. Sosyal demokratlar, işçi sınıfının emekçileri, kaybolmakta olan bir neslin, hem de İsveç’i İsveç yapan bir neslin son fertleri olarak gülümseyen yüz ifadeleriyle, taraftarı oldukları partiye destek sağlamak için rengi belli oylarıyla alanı doldurmuşlar. Biraz da hüzünle devam eden sahneyi izliyorlar.
Değerli İzleyici,
Blog editörümüz Feryal Hanım bugün alyeşil şenliğinin ağırtop izleyicilerini anlattı. Buradaki sükunet ortamı benim gibi onun da dikkatini çekmiş. Ayrıca sahnedeki hareketli fakat taşkın ve kışkırtıcı olmayan konuşmaları, hüzünle izleyen eski tüfek ‘Sosyal Demokrat, işçi sınıfının emekçilerinden’ söz etti, hatta ‘koybolmakta olan bir nesil’ dedi. Bu görüşlere katılırım.
Evet! Her şey çok değişti. Olof Palme’nin ardılı gelenler tutunamadılar. Dünya koşulları da her yerde çok hızlı değişti. İri, pençe gibi güçlü elleriyle bu ülkede kurulan sosyal toplum barışının yeri doldurulamayacak bir kuşağı İsveç’te yok oluyor artık.
Kendisine teşekkür ediyor ve evet izlenceyi kapatıyorum.
Evet! Unutmadan, son dakika notu, SDP Başkanı Bayan Mona Sahlin, Gröna Parti sözcüleri Bayan M. Vetterstrand ile Peter Eriksson ve Venster Partiet Başkanı Lars Ohly’nin yaptıkları konuşmalardan şu sonucu çıkarıyoruz.. Bu üç muhalefet partisinin ortak noktası, çevre ve işsizlik! Bu ortak payda altında bir yıl sonra İsveç’te genel seçim hazırlığı var. Konservatif üç partinin sürdürdükleri hegamonyaya, özellikle Stockholm'de yeşil alanlara kurulan kondular ve gökdelenlerle çavre yıkımına karşı bu kez allı yeşilli üç 'alyeşil' muhalefet partisi var. Bir yıl sonra görelim, bakalım!
Parti liderleri yeşil bir köşede, kırmızı sözlerle medyayı yanıtladılar ve ‘Al yeşil gün’ şenliğine gelenler yavaş yavaş dağılmaya başladı.
Sevgi, içtenlik...
Feryal - Tekin SonMez
İsveç Sosyal Demokrat Parti’nin bayrağı ‘al’dır. Batı Koministleri de ‘al bayrak’ taşır. Bir de Çevre Partisi var, onlar ise yeşil renklidir.
Şölenin müzik yanı kimsenin umurunda değil. Kimler var, kimler yok bu şölende! Buranın ünlüleri Bo Kasper’in Orkestrası eşliğinde Sarah Dawn Finer adında şarkıcıdan söz ettim, işte şimdi karşımızda.
Evet ‘Al/yeşil gün’, “Rödgrön dag” bunun ne olduğu ortaya çıktı!
Evet önemli bir haber! SDP Başkanı Bayan Mona Sahlin, Gröna sözcüleri Bayan M. Vetterstrand ile Peter Eriksson ve Venster Partiet Başkanı Lars Ohly konuşacaklar. İzleyiciler arasındaki yaşlı kesim dikkat çekici oranda fazla. Bunlar, bu kuşak bugünkü İsveç’i kuran Sosyal demokratlar ve.. ve son iki seçimi yitirenler de onlar.
Mikrofonu şu anda Blog editörü Feryal Hanım’a veriyorum. O şenliğin anlatısına dönüyor ve Kameraları şölen alanına çeviriyoruz şimdi. T.S.
Değerli İzleyiciler,
Mikrofon bende, eşimle farklı yerlerdeyiz. Ben, tanıtım broşürlerini vermek için açılmış çadır standlarda partilerin genç nesli üyelerinin yanındayım. Eşim yine büyük sahnenin karşısında.
Konseri izleyenler el ve ayaklarıyla tempo tutuyorlar. Sahnenin tam karşı biraz uzağına düşen alanda birçok çadır stand açılmış ve genç partililer üyesi oldukları partilere ait tanıtım broşürlerini, kalem, bloknot, şeker ve benzeri hediyelikleri sunuyorlar, para karşılığı satış da var. Ben de oradan izliyorum. Çevrede her ülkenin ağız tadına göre o ülke insanının mutfağını temsil eden ayrı ayrı yiyecek içecek satışı yapılan çadırlar da kurulmuş.
Onun deyimiyle ‘eskitüfek’ sosyal demokratlara yakın sahnede konuşan parti önderlerinin söylediklerini not ediyor. İşte şimdi üç parti temsilcisi sahneye çıktılar. Tanıtım yapıldı. Her üç parti temsilcisi tek tek soruları yanıtladı. Yine müzik grupları doldurdu sahneyi. Parti önderleri konuşmaya ara verdiler. Bir sahne sanatçısı halkı oyalama gayretiyle çoşkun bir hava yaratmak istiyor.
Parti başkanları tek tek büyük sahneye çağrılıyorlar. Şimdi kameramı oraya yöneltmem gerekiyor. Bu sırada Mona Sahlin tek olarak sahneye çıktı; özgüveni yüksek, ciddi, şık ve çok güzel bir ses tonuyla konuşmaya başladı. İlk başta; “yemek hep kırmızı olmaz biraz da yeşil katmak lazım, böyle daha lezzetli olur,” dedi. Bu espri alkışlandı. Bundan sonra öteki parti sözcü ve başkanları konuşma yaptılar.
İşte eşim uzaktan bana işaret etti. Mikrofonu ona vermeden önce bugün beni çok duygulandıran başka bir konuya değinmek isterim.
İzleyiciler arasındaki yaşlı kesim oldukça fazla. Sosyal demokratlar, işçi sınıfının emekçileri, kaybolmakta olan bir neslin, hem de İsveç’i İsveç yapan bir neslin son fertleri olarak gülümseyen yüz ifadeleriyle, taraftarı oldukları partiye destek sağlamak için rengi belli oylarıyla alanı doldurmuşlar. Biraz da hüzünle devam eden sahneyi izliyorlar.
Değerli İzleyici,
Blog editörümüz Feryal Hanım bugün alyeşil şenliğinin ağırtop izleyicilerini anlattı. Buradaki sükunet ortamı benim gibi onun da dikkatini çekmiş. Ayrıca sahnedeki hareketli fakat taşkın ve kışkırtıcı olmayan konuşmaları, hüzünle izleyen eski tüfek ‘Sosyal Demokrat, işçi sınıfının emekçilerinden’ söz etti, hatta ‘koybolmakta olan bir nesil’ dedi. Bu görüşlere katılırım.
Evet! Her şey çok değişti. Olof Palme’nin ardılı gelenler tutunamadılar. Dünya koşulları da her yerde çok hızlı değişti. İri, pençe gibi güçlü elleriyle bu ülkede kurulan sosyal toplum barışının yeri doldurulamayacak bir kuşağı İsveç’te yok oluyor artık.
Kendisine teşekkür ediyor ve evet izlenceyi kapatıyorum.
Evet! Unutmadan, son dakika notu, SDP Başkanı Bayan Mona Sahlin, Gröna Parti sözcüleri Bayan M. Vetterstrand ile Peter Eriksson ve Venster Partiet Başkanı Lars Ohly’nin yaptıkları konuşmalardan şu sonucu çıkarıyoruz.. Bu üç muhalefet partisinin ortak noktası, çevre ve işsizlik! Bu ortak payda altında bir yıl sonra İsveç’te genel seçim hazırlığı var. Konservatif üç partinin sürdürdükleri hegamonyaya, özellikle Stockholm'de yeşil alanlara kurulan kondular ve gökdelenlerle çavre yıkımına karşı bu kez allı yeşilli üç 'alyeşil' muhalefet partisi var. Bir yıl sonra görelim, bakalım!
Parti liderleri yeşil bir köşede, kırmızı sözlerle medyayı yanıtladılar ve ‘Al yeşil gün’ şenliğine gelenler yavaş yavaş dağılmaya başladı.
Sevgi, içtenlik...
Feryal - Tekin SonMez
İsveç Sosyal Demokrat Parti’nin bayrağı ‘al’dır. Batı Koministleri de ‘al bayrak’ taşır. Bir de Çevre Partisi var, onlar ise yeşil renklidir.
23 Eylül 2009 Çarşamba
Stockholm Çocuklarla Şenliktir;Yedinci yazı
Değerli İzleyici,
Bugün farklı bir etkinlikle karşınızdayız. İsveç topraklarını büyütme savaşları, en önemlisi Rusya’ya ve Polonya’ya karşı açtığı savaşı (1700) kazanacağı sırada tıpkı Napolyon gibi Moskova’nın kış ve kar adlı generali karşısında yenik düşen ve Osmanlı topraklarına sığınarak sürgün yaşayan (1709 -1713) Karl XII (Demirbaş Şarl) anıtının da bulunduğu parktayız. Bir müzik şöleni çağrısı ilgimizi çekti ve geldik.
Kimler var, kimler yok bu şölende bakalım! Ünlüler Bo Kasper’in Orkestrası eşliğinde Sarah Dawn Finer adındaki şarkıcıyı biraz sonra izleyeceğiz. Tümünü sıralamaya vakit yok, şaşırtıcı bir haber!
Son dakika, bu şölenin bir “Rödgrön dag” olduğunu öğreniyoruz. Rödgrön dag, şöyle ki “Alyeşil gün” şöleni! Alyeşil gün ne demek? Bunu bir sonraya bırakıyoruz. Görüleceği gibi alyeşil gün hazırlamış sanki Stockholm çocuklarla şenliktir der gibi buyur etmişler bu şarkılı, şarlatanlı, balonlu, renkli şenliğe.
Evet, evet şarlatan bile var. İnanmayanlar, seyirliklere baksın! Şarkılı, şarlatanlı şenlik iyi de olayın özünde ne var diyeceksiniz? Bunu da bir sonraya bırakıyoruz.
Sunduğumuz seyirlikleri izleyince göreceksiniz, biraz değil çokca karnaval biraz da panayır coşkusu veren bu duygusal havayı fotoğraflarla size iletmeye çalışacağız.
Gördüğünüz gibi, Stockholm Fuarı, Dövme Fuarı derken, bu kez Stockholm’da “Alyeşil gün” şölenindeyiz. Kameralarımız hazır. Hava yağacak gibi görünmüyor. Günlük güneşlik. Hemşerimiz, konuğumuz olan sürgün Kral Demirbaş Şarl’ın heykelinin de bulunduğu parktayız.
Birçok etkinlik düzenlenmiş. Bunlardan ikisi çocukların yüzlerine makyaj yapılması ve küçük atlarla çocuklara tur attırılması. Mikrofonu Blog editörü Feryal Hanım’a veriyorum. O şenliğin anlatısına dönüyor ve kameraları şölen alanına çeviriyoruz şimdi. T.S
Değerli İzleyiciler,
Mikrofon bende, eşimle ayrı noktalarda bekliyoruz. Ben şarlatanın ve çocuklar için hazırlanmış şişme şatonun yanındayım. Şato çocukların atlama oyun parkı. Eşim büyük sahnenin karşısında.
Konser başladı. Bir grup romantik şarkılar seslendiriyor. Ücretsiz bir açık hava konseri bu. Çocuklu ailelerin çokluğu dikket çekiyor. İzleyiciler arasında izdiham yok, slogan atan yok, etrafa rahatsızlık veren kimseler yok. Konser alanında izleyiciler için sıralanan sandalyeler tümüyle dolu.
Her yaştan izleyici bulunuyor alanda. Büyük sahneye bakan noktadaki heykelin etrafı tamamiyle dolu, heykelin her iki yanındaki aslanlar da adeta insanlarla birlikte etrafı kolaçan ediyorlar.
Çocuk oyun alanları içinde bir de şaklabana rastladım, ilginç çizgili bir mahkum kıyafeti giymiş bıyıkları kıvrılarak gözüne doğru yükselen saçları briyantinle iyice sıvanarak tam ortadan ikiye ayrılmış şaklaban, sırayla çocuklarla bilek güreşi yapıyor ve tabii ki acılar içinde ve öfke ile onlara yeniliyor. Şaklabanı yenen çocuklar buna inanmış görünüyor, omuzları kabarıyor.
Şatoyu geçince sevimli küçük midilli atlara rastlıyoruz, çocuklar için burada kısa ücretsiz tur yapıyorlar. Bazı çocuklar küçük atın yelelerini seviyor, bazısı boynuna sarılıyor, anne ve babalar ise fotoğraf makineleriyle bu anı sabitlemeye çabalıyorlar.
İşte eşim uzaktan işaret etti. Mikrofonu ona vermeden önce beni duygulandıran bir konuya değinmek isterim. Çocuklar! Mutlu Çocuklar var burada. Dünyanın başka yerlerindeki mutsuz çocukları gözlerimin önüne getiriyorum ve mikrofonu bırakıyorum.
Değerli İzleyici,
Blog editörümüz Feryal Hanım özellikle çocuklar için hazırlanan katılımcı seğirlikleri anlattı.
Çocukların bu ülkede nasıl ayrıcalıklı olduklarını yanlarındaki erişkin kişilerle olan davranışları izlemiş ve derinden etkilenmiş.
'Çocukların hayır dedikleri şeyler yapılmıyor ve onlar mantık yoluyla eğitiliyor, bir tek çocuğın bile çekiştirilerek, ağlatılarak götürüldüğünü görmedim, diyerek biraz da şaşkınlıkla mikrafonu bıraktı ve şimdi biraz ötede çocukları izliyor.
Hemen her anlamda barış ve hoşgörülü ortam onun da dikkatini çekmiş. Kendisine teşekkür ediyor ve evet izlenceyi kapatıyorum.
Evet, yeniden son dakika, sürprizi çıkmazsa 'Rödgrön dag' şöyle ki; 'Alyeşil gün' şöleni nedir, bunu da bir sonraki sunumda öğreneceğiz!
Sevgi, içtenlik...
Feryal - Tekin SonMez
Bugün farklı bir etkinlikle karşınızdayız. İsveç topraklarını büyütme savaşları, en önemlisi Rusya’ya ve Polonya’ya karşı açtığı savaşı (1700) kazanacağı sırada tıpkı Napolyon gibi Moskova’nın kış ve kar adlı generali karşısında yenik düşen ve Osmanlı topraklarına sığınarak sürgün yaşayan (1709 -1713) Karl XII (Demirbaş Şarl) anıtının da bulunduğu parktayız. Bir müzik şöleni çağrısı ilgimizi çekti ve geldik.
Kimler var, kimler yok bu şölende bakalım! Ünlüler Bo Kasper’in Orkestrası eşliğinde Sarah Dawn Finer adındaki şarkıcıyı biraz sonra izleyeceğiz. Tümünü sıralamaya vakit yok, şaşırtıcı bir haber!
Son dakika, bu şölenin bir “Rödgrön dag” olduğunu öğreniyoruz. Rödgrön dag, şöyle ki “Alyeşil gün” şöleni! Alyeşil gün ne demek? Bunu bir sonraya bırakıyoruz. Görüleceği gibi alyeşil gün hazırlamış sanki Stockholm çocuklarla şenliktir der gibi buyur etmişler bu şarkılı, şarlatanlı, balonlu, renkli şenliğe.
Evet, evet şarlatan bile var. İnanmayanlar, seyirliklere baksın! Şarkılı, şarlatanlı şenlik iyi de olayın özünde ne var diyeceksiniz? Bunu da bir sonraya bırakıyoruz.
Sunduğumuz seyirlikleri izleyince göreceksiniz, biraz değil çokca karnaval biraz da panayır coşkusu veren bu duygusal havayı fotoğraflarla size iletmeye çalışacağız.
Gördüğünüz gibi, Stockholm Fuarı, Dövme Fuarı derken, bu kez Stockholm’da “Alyeşil gün” şölenindeyiz. Kameralarımız hazır. Hava yağacak gibi görünmüyor. Günlük güneşlik. Hemşerimiz, konuğumuz olan sürgün Kral Demirbaş Şarl’ın heykelinin de bulunduğu parktayız.
Birçok etkinlik düzenlenmiş. Bunlardan ikisi çocukların yüzlerine makyaj yapılması ve küçük atlarla çocuklara tur attırılması. Mikrofonu Blog editörü Feryal Hanım’a veriyorum. O şenliğin anlatısına dönüyor ve kameraları şölen alanına çeviriyoruz şimdi. T.S
Değerli İzleyiciler,
Mikrofon bende, eşimle ayrı noktalarda bekliyoruz. Ben şarlatanın ve çocuklar için hazırlanmış şişme şatonun yanındayım. Şato çocukların atlama oyun parkı. Eşim büyük sahnenin karşısında.
Konser başladı. Bir grup romantik şarkılar seslendiriyor. Ücretsiz bir açık hava konseri bu. Çocuklu ailelerin çokluğu dikket çekiyor. İzleyiciler arasında izdiham yok, slogan atan yok, etrafa rahatsızlık veren kimseler yok. Konser alanında izleyiciler için sıralanan sandalyeler tümüyle dolu.
Her yaştan izleyici bulunuyor alanda. Büyük sahneye bakan noktadaki heykelin etrafı tamamiyle dolu, heykelin her iki yanındaki aslanlar da adeta insanlarla birlikte etrafı kolaçan ediyorlar.
Çocuk oyun alanları içinde bir de şaklabana rastladım, ilginç çizgili bir mahkum kıyafeti giymiş bıyıkları kıvrılarak gözüne doğru yükselen saçları briyantinle iyice sıvanarak tam ortadan ikiye ayrılmış şaklaban, sırayla çocuklarla bilek güreşi yapıyor ve tabii ki acılar içinde ve öfke ile onlara yeniliyor. Şaklabanı yenen çocuklar buna inanmış görünüyor, omuzları kabarıyor.
Şatoyu geçince sevimli küçük midilli atlara rastlıyoruz, çocuklar için burada kısa ücretsiz tur yapıyorlar. Bazı çocuklar küçük atın yelelerini seviyor, bazısı boynuna sarılıyor, anne ve babalar ise fotoğraf makineleriyle bu anı sabitlemeye çabalıyorlar.
İşte eşim uzaktan işaret etti. Mikrofonu ona vermeden önce beni duygulandıran bir konuya değinmek isterim. Çocuklar! Mutlu Çocuklar var burada. Dünyanın başka yerlerindeki mutsuz çocukları gözlerimin önüne getiriyorum ve mikrofonu bırakıyorum.
Değerli İzleyici,
Blog editörümüz Feryal Hanım özellikle çocuklar için hazırlanan katılımcı seğirlikleri anlattı.
Çocukların bu ülkede nasıl ayrıcalıklı olduklarını yanlarındaki erişkin kişilerle olan davranışları izlemiş ve derinden etkilenmiş.
'Çocukların hayır dedikleri şeyler yapılmıyor ve onlar mantık yoluyla eğitiliyor, bir tek çocuğın bile çekiştirilerek, ağlatılarak götürüldüğünü görmedim, diyerek biraz da şaşkınlıkla mikrafonu bıraktı ve şimdi biraz ötede çocukları izliyor.
Hemen her anlamda barış ve hoşgörülü ortam onun da dikkatini çekmiş. Kendisine teşekkür ediyor ve evet izlenceyi kapatıyorum.
Evet, yeniden son dakika, sürprizi çıkmazsa 'Rödgrön dag' şöyle ki; 'Alyeşil gün' şöleni nedir, bunu da bir sonraki sunumda öğreneceğiz!
Sevgi, içtenlik...
Feryal - Tekin SonMez
18 Eylül 2009 Cuma
Stockholms Halvmaraton; Altıncı yazı
Değerli İzleyici,
Bu satırların yazarı, 50’li yıllarda Erzurum Palandöken Spor Klübü, atletizm dalı lisansına sahip oldu. Sanırım 53’te başlayan ve tüm yaşamı dolduran güzel bir serüven! Ne oldu biliyor musunuz?
O kış kar lapa lapa yağdı. Doğu Sineması’nda Burt Lancester’in ‘Olimpiyat Şampiyonu’ filmini izleyen yazarımız, gece geç vakit koşarak Erzincan Kapısı’nda (gecelediği) Yusuf Efendi’nin oteline vardı. Ertesi gün soluğu Palandöken Spor Klübü Başkanı Sayın Çilingiroğlu’nun mağazasında aldı; ‘Ben atlet olmak istiyorum,’ dedi. ‘Çok zayıf görünüyorsun ama, sigara yok, bu iyi! Ben, seni doktora göndereyim,’ bir form doldurdu ve ‘..şu doktara git,’ dedi.
Bakın ne oldu! Evet, böyle oldu! Sağlık kontrolünden sağlam çıktı. Her sabah otelin yanında ezan okunurken o kalkıp koştu.
Koşu ayakkabıları yoktu! 'Mes' denilen nesneler ayaklarında Taşmağazalar, Cumhuriyet Caddesi, Erzincan Kapısı mihverini kar, ayaz, buz, atletizm parkuru yaptı bütün bir kış. Sonra Sarıkamış, ‘Acısu’ ile ‘Soğuksu’arasında o yıllarda uzun menzilli ilk koşu parkurunu bireysel olarak koşan bu satırların yazarı, bu kez, bakın evet, evet, şimdi Stockholm’de 21 km süren ‘Stockholms Halvmaratonu’ izleyicisi oldu. Şaşırdınız mı?
Sizlere şaşırtıcı bir haber daha! Evet, 41 ülkeden 11.136 koşucunun katıldığı ve yarışı tamamlayan herkesin birer madalya alacağı, ‘Stockholms Halvmaraton’ için Slussen’deyiz şimdi. Bazı yollar trafiğe kapalı. Görevliler koşucuların gelmesi için hazır. Yarış Kaliyet Sarayının önünde saat 16,30’da başladı. İlk geçen atlet yarışın birincisi olmayacak çünkü yedi ayrı start var ve binlerce koşucunun süresi tek tek saniyelerle hesaplanacak ve sonuç ortaya çıkacak. Bunu yarın ancak öğrenebiliriz. Biraz da karnaval coşkusu veren bu duygusal havayı iki ayrı kanalda fotoğraflarla size iletmeye çalışacağız.
Gördüğünüz gibi, Stockholm Fuarı, Dövme Fuarı derken, bu kez Stockholm Maratonu’ndayız. Kameralarımız hazır. Bayanlar ve baylar bir arada koşacak. Hava yağacak gibi göründü fakat şu saate kadar yağmadı. Mikrofonu şu anda Blog editörü Feryal Hanım’a veriyor ve yarışın anlatısına dönüyor ve Kameraları yarış alanına çeviriyoruz şimdi. T.S.
Değerli İzleyiciler,
Mikrofon bende, eşimle ayrı noktalarda bekliyoruz. Ben Slussen'de geniş alandayım. Saati gösteren Katerina Hissen’e sırtımı döndüm. Eşim bir üstte Hornsgatan’a açılan kavşakta. Uzun bekleyişten sonra üç motosikletli polis ve arkalarından bir atlet göründü, arkasındaki aracın üzerinde ışıklı yazı; 1.01.11 yani, bir saat bir dakika on bir saniyelik koşma süresini gösteriyor.
Yeni bir grup gelmeye başladı, ben özellikle su içmelerini yakalamaya çalıştım. Kolay değil, Slussen’e köşeyi döner dönmez su masalarını karşılarında buluyorlar, hızlarını kesmeden sağa doğru yanaşıp görevlilere doğru uzanıp bardağı da dökmeden kapıp hem koşup hem de su içip yarışa aynı hızla devam ediyorlar. Kimisi suyu ağzına boca edip yavaş yavaş yutuyor, kimisi birkaç yudum çekip bardağı atıyor, bazısı da suyu sadece serinlemek için başından aşağıya döküveriyor.
Maratoncular farklı, kimisi çok rahat yürür gibi koşarken kimisi kan ter içinde, neredeyse bayılacakmış gibi bir izlenim veriyor. Bazısı iki metre üzerinde boyuyla bir adımda ileri geçiyor, bazısı adımlarını biraz öteye yarım yarım atıyor. İzleyiciler tanıdıkları geçerken yoğun tezahürat yapıyor, koşucu onlara selam veriyor. Bazı seyirciler de aralıksız tüm koşanlara tempo tutuyor.
Çok farklı bir duyguya kapıldım. Tüylerim diken diken oldu, yanımdan rüzgar gibi geçen, kilitlendiği hedefe doğru sonsuz bir itme gücüyle koşan, duygu ve düşüncesini tek bir amaca yöneltmiş genç, yaşlı, orta yaşlı, öğrenci, çalışan, emekli, kadın, erkek onları izlerken kendimi tutamadım, gözümden yaşlar geldi. O kadar insan sonunda belki de hiçbir şey kazanmayacakları bir yarışa hazırlanmışlar!
Hava soğukmuş sıcakmış bir tek düşünce; bir silah sesi ile mermi gibi yola fırlayış, yanlarda koşanlara çarpmadan, denge kaybetmeden, düşmeden, yaralanmadan, nefesini doğru kullanıp bacakları pes ettirmeden koşacaksın. Her zaman ele geçmez bir fırsat, bir sene sonra var mı, yok mu senin için bilinmez. Aslolan şimdi oradasın ve koşuyorsun, antrenmanlara benzemiyor, bu yarış, gerçek yarış, rüzgarla arkadaşsın sadece şimdi, upuzun yolları aşacaksın ve oraya 21 bin m uzaktaki varışa ulaşacaksın. Bence unutulmaz bir manzara!
Sevgiyle ve inançla bütün güçlerini koyarak maratona katılan tüm atletleri yürekten kutluyorum. Eski bir koşucu olarak koşmanın ne olduğunu bilen, koşucunun duygularını tahmin edebilen birisi olarak bir maratonu bu kadar yakından gözlemlemek şansı bulduğum için sevinçliyim. Tüm maratoncular, hepiniz kesinlikle birincisiniz! Umarım bir sene sonraya yine hazır olursunuz aynı coşkuyla, ben de sizi izlerim aynı hoşnutlukla... Yaşam maratonunda da her birinize iyi koşular...
İşte eşim de şimdi çekimi bıraktı ve yanıma geldi. ‘Ne oldu? Neden ağlıyorsun,’ dedi. ‘Hiç dedim. Çok heyecanlandım da! Okulda bir 200 m koşusuna katılmıştım! O gün kalbim duracaktı. Onu hatırladım!’ Güldü! ‘Haydi biraz da biz koşalım,’ dedi.
Değerli İzleyici,
Bizim kuşağın anımsayacağı Eşref Şefik, güreş müsabakalarını radyoda sunarken konu değiştirir sonra geriye döner bıraktığı anlatıyı sürdürdü.
Blog editörümüz Feryal Hanım'ın sunumu bana biraz onu anımsattı, kendisine teşekkür ediyor ve evet izlenceyi kapatıyorum. Evet, 16 derecelik ısıda, farklı yedi ayrı yaş grubunun katıldığı ve bayanların erkeklerle başabaş, dişe diş yarıştığı 21.098 m'lik koşu parkurunu 8.282 kişi tamamladı. Kraliyet Sarayı’nın önünden başlayan yarış yağmursuz havada Kungsträdgården'de sona erdi. 2010'da 10. yıl jübilesi yapılacak bu maratona davetlisiniz!
Sevgi, içtenlik...
Feryal – Tekin SonMez
Bu satırların yazarı, 50’li yıllarda Erzurum Palandöken Spor Klübü, atletizm dalı lisansına sahip oldu. Sanırım 53’te başlayan ve tüm yaşamı dolduran güzel bir serüven! Ne oldu biliyor musunuz?
O kış kar lapa lapa yağdı. Doğu Sineması’nda Burt Lancester’in ‘Olimpiyat Şampiyonu’ filmini izleyen yazarımız, gece geç vakit koşarak Erzincan Kapısı’nda (gecelediği) Yusuf Efendi’nin oteline vardı. Ertesi gün soluğu Palandöken Spor Klübü Başkanı Sayın Çilingiroğlu’nun mağazasında aldı; ‘Ben atlet olmak istiyorum,’ dedi. ‘Çok zayıf görünüyorsun ama, sigara yok, bu iyi! Ben, seni doktora göndereyim,’ bir form doldurdu ve ‘..şu doktara git,’ dedi.
Bakın ne oldu! Evet, böyle oldu! Sağlık kontrolünden sağlam çıktı. Her sabah otelin yanında ezan okunurken o kalkıp koştu.
Koşu ayakkabıları yoktu! 'Mes' denilen nesneler ayaklarında Taşmağazalar, Cumhuriyet Caddesi, Erzincan Kapısı mihverini kar, ayaz, buz, atletizm parkuru yaptı bütün bir kış. Sonra Sarıkamış, ‘Acısu’ ile ‘Soğuksu’arasında o yıllarda uzun menzilli ilk koşu parkurunu bireysel olarak koşan bu satırların yazarı, bu kez, bakın evet, evet, şimdi Stockholm’de 21 km süren ‘Stockholms Halvmaratonu’ izleyicisi oldu. Şaşırdınız mı?
Sizlere şaşırtıcı bir haber daha! Evet, 41 ülkeden 11.136 koşucunun katıldığı ve yarışı tamamlayan herkesin birer madalya alacağı, ‘Stockholms Halvmaraton’ için Slussen’deyiz şimdi. Bazı yollar trafiğe kapalı. Görevliler koşucuların gelmesi için hazır. Yarış Kaliyet Sarayının önünde saat 16,30’da başladı. İlk geçen atlet yarışın birincisi olmayacak çünkü yedi ayrı start var ve binlerce koşucunun süresi tek tek saniyelerle hesaplanacak ve sonuç ortaya çıkacak. Bunu yarın ancak öğrenebiliriz. Biraz da karnaval coşkusu veren bu duygusal havayı iki ayrı kanalda fotoğraflarla size iletmeye çalışacağız.
Gördüğünüz gibi, Stockholm Fuarı, Dövme Fuarı derken, bu kez Stockholm Maratonu’ndayız. Kameralarımız hazır. Bayanlar ve baylar bir arada koşacak. Hava yağacak gibi göründü fakat şu saate kadar yağmadı. Mikrofonu şu anda Blog editörü Feryal Hanım’a veriyor ve yarışın anlatısına dönüyor ve Kameraları yarış alanına çeviriyoruz şimdi. T.S.
Değerli İzleyiciler,
Mikrofon bende, eşimle ayrı noktalarda bekliyoruz. Ben Slussen'de geniş alandayım. Saati gösteren Katerina Hissen’e sırtımı döndüm. Eşim bir üstte Hornsgatan’a açılan kavşakta. Uzun bekleyişten sonra üç motosikletli polis ve arkalarından bir atlet göründü, arkasındaki aracın üzerinde ışıklı yazı; 1.01.11 yani, bir saat bir dakika on bir saniyelik koşma süresini gösteriyor.
Yeni bir grup gelmeye başladı, ben özellikle su içmelerini yakalamaya çalıştım. Kolay değil, Slussen’e köşeyi döner dönmez su masalarını karşılarında buluyorlar, hızlarını kesmeden sağa doğru yanaşıp görevlilere doğru uzanıp bardağı da dökmeden kapıp hem koşup hem de su içip yarışa aynı hızla devam ediyorlar. Kimisi suyu ağzına boca edip yavaş yavaş yutuyor, kimisi birkaç yudum çekip bardağı atıyor, bazısı da suyu sadece serinlemek için başından aşağıya döküveriyor.
Maratoncular farklı, kimisi çok rahat yürür gibi koşarken kimisi kan ter içinde, neredeyse bayılacakmış gibi bir izlenim veriyor. Bazısı iki metre üzerinde boyuyla bir adımda ileri geçiyor, bazısı adımlarını biraz öteye yarım yarım atıyor. İzleyiciler tanıdıkları geçerken yoğun tezahürat yapıyor, koşucu onlara selam veriyor. Bazı seyirciler de aralıksız tüm koşanlara tempo tutuyor.
Çok farklı bir duyguya kapıldım. Tüylerim diken diken oldu, yanımdan rüzgar gibi geçen, kilitlendiği hedefe doğru sonsuz bir itme gücüyle koşan, duygu ve düşüncesini tek bir amaca yöneltmiş genç, yaşlı, orta yaşlı, öğrenci, çalışan, emekli, kadın, erkek onları izlerken kendimi tutamadım, gözümden yaşlar geldi. O kadar insan sonunda belki de hiçbir şey kazanmayacakları bir yarışa hazırlanmışlar!
Hava soğukmuş sıcakmış bir tek düşünce; bir silah sesi ile mermi gibi yola fırlayış, yanlarda koşanlara çarpmadan, denge kaybetmeden, düşmeden, yaralanmadan, nefesini doğru kullanıp bacakları pes ettirmeden koşacaksın. Her zaman ele geçmez bir fırsat, bir sene sonra var mı, yok mu senin için bilinmez. Aslolan şimdi oradasın ve koşuyorsun, antrenmanlara benzemiyor, bu yarış, gerçek yarış, rüzgarla arkadaşsın sadece şimdi, upuzun yolları aşacaksın ve oraya 21 bin m uzaktaki varışa ulaşacaksın. Bence unutulmaz bir manzara!
Sevgiyle ve inançla bütün güçlerini koyarak maratona katılan tüm atletleri yürekten kutluyorum. Eski bir koşucu olarak koşmanın ne olduğunu bilen, koşucunun duygularını tahmin edebilen birisi olarak bir maratonu bu kadar yakından gözlemlemek şansı bulduğum için sevinçliyim. Tüm maratoncular, hepiniz kesinlikle birincisiniz! Umarım bir sene sonraya yine hazır olursunuz aynı coşkuyla, ben de sizi izlerim aynı hoşnutlukla... Yaşam maratonunda da her birinize iyi koşular...
İşte eşim de şimdi çekimi bıraktı ve yanıma geldi. ‘Ne oldu? Neden ağlıyorsun,’ dedi. ‘Hiç dedim. Çok heyecanlandım da! Okulda bir 200 m koşusuna katılmıştım! O gün kalbim duracaktı. Onu hatırladım!’ Güldü! ‘Haydi biraz da biz koşalım,’ dedi.
Değerli İzleyici,
Bizim kuşağın anımsayacağı Eşref Şefik, güreş müsabakalarını radyoda sunarken konu değiştirir sonra geriye döner bıraktığı anlatıyı sürdürdü.
Blog editörümüz Feryal Hanım'ın sunumu bana biraz onu anımsattı, kendisine teşekkür ediyor ve evet izlenceyi kapatıyorum. Evet, 16 derecelik ısıda, farklı yedi ayrı yaş grubunun katıldığı ve bayanların erkeklerle başabaş, dişe diş yarıştığı 21.098 m'lik koşu parkurunu 8.282 kişi tamamladı. Kraliyet Sarayı’nın önünden başlayan yarış yağmursuz havada Kungsträdgården'de sona erdi. 2010'da 10. yıl jübilesi yapılacak bu maratona davetlisiniz!
Sevgi, içtenlik...
Feryal – Tekin SonMez
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)