Burası Stockholm. Bugün, 1 Aralık 2011. Anlatılacak çok şey var.
Her zaman olduğu gibi bir uçtan tutarak ilerliyorum yazmak için.
Buraya, kütüphaneye gelirken muhteşem düşünceler, fikirler gelip geçti kafamdan.
Onları not edemezdim. Etmeyi denemedim de. Her şey çok hızlı geçip uçuyordu.
Ne elim, ellerim ne de kalemim, kalemlerim yetişemezdi onlara.
Tıpkı insanın durduramadığı ölüm gibi bir hız vardı her şeyde.
Yine de minicik bir umudum vardı, kafamda bir iki kırpıntı kalır diye...
Ne oldu? Tam da buraya geldim, tümü de yitip gittiler!
Oysa biraz kıpırdasalar? Şöyle bir rüzgar geri savursa onları!
Yüzlerce yıl üstünden geçmiş arkeolojik kalıntılara dönüştü güzel ve parlak düşüncelerim.
İşte sözcükler dünyası, yaratıcının, yazarın dünyası böyledir.
Bu nedenle onlar anlaşılmakta zorlukla karşılaşırlar.
Ne, neler gelip geçti zihinsel penceremden? Daha nesnel bir dünyaya dönmeliyim.
Şöyle oldu! Fuardan yola çıktığımda ıslak ve karanlık bir yol karşıladı beni.
Fakat tuhaf bir paradoks gibi ışık ıçınde yanıp sönüyordu kafamın içi.
Oysa bugün zorlu bir gün geçirdi bu satırların yazarı.
Haykırdığı, çığlılar attığı bir gün olarak, özel tarihine yazıldı bu gün bu yazarın.
Böyle alabildiğine çığırışla ortaya dökülen bu ses, belki de bundan on, on beş yıl önce Vietnam’da, Saygon’da pasaportunun, tüm paralarının ve kamera zomlarının, koca bir meydanda, göz önünden çalındığı günde atılan haykırışlarla özdeş tutulabilir.
Üstelik kitlesel bir seyirlik gibi bu olayı izleyen Saygonlular, bu çığrışa ve yardım istemeye en küçük bir refleksle yanıt vermemişlerdi.
Hem de gözünün önünde olup bitti tüm olay. Sessizlikle karşılaştı bu çığılıklar o gün Saygon’da.
Oysa bugün, olgun bir hemşire, bu satırların yazarının elini tuttu ve karnına bastırdı. dedi ki; "Senin acını yirmi kat fazlasıyla duyumsuyorum."
Bu olay bir hastanede geçti. Bu kez doktorun adı Yine Lars olarak karşıma çıktı.
Bu kincinci Lars! Birinci Lars on yıl önce Köyceğiz'de kırılan kaval kemiğim için diz kapağımdan bileğime dek uzun bir çiviyi çekiçleyerek çakan ve vidalayan Doktor Lars oldu.
Her ne ise bugün de bir sessizlik filmi gibi gelip geçti günün öteki yarısı.
Öğleden önce atılan çığıklar, öğleden sonra sessizliğe bıraktı yerini.
Bu nasıl oldu? Şöyle oldu. Fuardan çıktım. Tren iki istasyon sonra Güney’e varacaktı.
Ben sürdürdüm ve T-Central denilen istasyona vardım. Sonra eve döndüm.
Bu süre içinde dikkatimi bir kez daha çeken konu şu oldu.
Trende sadece yabancılar konuşuyordu.
İsveçli, İskandinavyalı diyebileceğim insanlar suskun ve sessizdi.
Onlar ya bir mesaj yazıyordu telefonda ya da derin düşüncelere dalmışlar ve hüzünle oturuyorlardı.
Uzaydaki yalnızlığa, ilk o insanların gitme cesaretini göstereceğini düşündüm o sırada.
Bizimkiler, Ortadoğulular, Afrikalılar, Hindistanlılar, İspanyolca konuşan mestizolar, Orta Asyalılar kesinlikle o yalnızlığa dayanamazlar.
Uzaydaki yalnızlık duygusu için bu ülkenin insanları epey bir zamandan beri hazırlar.
İşte bunları düşündüm. Fuarda, Hıristiyan Demokrat Parti Başkanı da konuştu.
Sağ köşede en altta onun fotoğrafını sunuyorum.
Yarın fuardan söz edeceğim.
Sevgi içtenlik...
Tekin SonMez
1 Aralık 2011, Stockholm